Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Uygarlık Çağı Bitti

25 Şubat 2008

Şiddet konusunda çalışmalarını hem akademik hem de sivil toplum platformunda yürüten birisi olarak   hedef hep şiddetin olmadığı bir yaşama sahip olmak idi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü geçen zaman bu durumun tersine hep kötüye gitti. Dayak dediğimiz olgu aslında yüzyıllardır vardı. Öylesine vardı ki yaşamın içinde, evde, okulda disiplini sağlamanın öteki adı dayaktı. Bu şiddetin geçmişine baktığımızda savaşlarla beslenmiş ve gücünü elde etmiş bir imparatorluğun torunları olduğumuz gerçeği de hep bizimle beraber olan bir gerçeklikti.

Bu durum sadece bizim toplumumuz için var olan bir gerçeklik değildi. Aynı zamanda dünyanın birçok ülkesinde daha doğrusu tümünde de var olan bir olguydu. Aynı çocuklar dayak yiyor ve ülkeler de savaşlarla dolu bir tarih oluşturuyorlardı. Tüm bunların doğal sonucu olarak da sadece tek bir kriter   vardı; güç. Güçlü olan kazanıyor,  güç ayakta kalmanın tek kriterini oluşturuyordu.

Sonra uygarlık çağı başladı. Server Tanilli’nin  dediği gibi uygarlık çağı dünyanın yeni bir yüzünü, yeni bir dönemini oluşturdu. Artık güç ve şiddet kazanan olmaktan çıkmış yerini bilgi, kurallar almaya başlamıştı. Bilgiyi üreten, onu kullanan ve kurallarını koyarak yaşamı düzenleyen toplumlar ön plana çıkmaya başladı.

Biz her zaman ki gibi bu durumu gecikerek izlemeye başladık. İtaat etme geleneğini yüzyıllardır  sürdüren bir tebaa toplumu olarak Osmanlı’nın ve İslamın geleneği genetik olarak içimize kazınmış gibi sadece denileni yapan, tartışıp düşünmeyi ise yok sayan halimizi sürdürdük. Atatürk’le beraber  Cumhuriyet bazı şeylerin değişimini zorladı. 70 yıllık bir süreçte bu değişimi gerçekleştirdiğimizi düşündüğümüz bir dolu güzel şey yaşadık. Bunların başında topluma kadınların da katılımı vardı. Yaşamın her katmanında kadınlar yer aldılar, var oldular.

Demokrasinin çoğunluğun sesini yansıtmasını sağlaması birçok toplumun tarihinde ilginç sonuçlara yol açabiliyor. Bir bakıyorsunuz aşırı şiddet yanlısı partiler ya da sadece dine dayalı partiler oyları toplayıp iktidara gelebiliyorlar. Bunun sonucu olarak da bilgi temel kriter olmaktan çıkıyor ve yandaşlık ana payda haline geliyor. Bunun örneğini siyaset tarihinde bir çok yerde görebilmek mümkün.

Bilginin temel kriter olmadığı yerde de yine başa dönüyoruz ve güç o boşluğa gelip yerleşiyor. Bu,  evdeki çocuğun yediği dayaktan başlıyor, okuldaki şiddete ve o ülkeyi yönetenlerin davranışlarına ve en sonunda da savaşlara kadar geliyor. İnsanların öldürülmesine üzülmek yerine sadece bizden veya onlardan olması kriterine göre üzülmeye başlıyoruz.

Son dönemde hep türban tartışıldı. Burada türbanı savunanlar hep kızların eğitim özgürlüğünü, üniversiteye gidebilme özgürlüğünü çok ateşli bir şekilde tartıştılar. Kızların okuması, kadınların yaşamda var olmaları için, toplumsal hayatta rol alabilmeleri için ilk koşul olduğundan bunlar hep doğru olan prensiplerdi. Ama kızların % 85 inin eğitim sisteminin dışında kaldığı bir ortamda sadece % 15 in türban takmasını savunarak ortaya çıkmalarını o diğer % 85 için ağızlarını açmıyor olmaları da düşündürücü.

Şiddet, savaş, ölenler, ben çoğunluğum diyen ve istediğimi yaparım diyen yöneticiler. Uygarlık çağının  bir toplumu olduğumuzu söyleyebilmek o kadar zor ki...

Galiba biz uygarlık çağımızı bitirdik. Hangi çağa girdiğimizi ise düşünmek bile istemiyorum. Umarım zaman benim yanıldığımı gösterir.

Hiç yorum yok: