Sistemlerin olmadığı ülkelerde kişisel girişimler ve yaklaşımlar her olaya damgasını vurur. Bu bazen iyi yönde yapılanları gösterir, bazen ise olumsuz ve kötü durumları gösterir. Özellikle hizmetin yoğun olduğu sektörlerde bu durum çok daha bariz olarak ortaya çıkar.
Risk altındaki çocuklar konusunda çalışan akademik ve sahadaki herkesin yıllardır birinci adres olarak izlediği Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu da bundan nasibini en çok alan kurumlardan birisidir. Çünkü Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, kanunla ve yönetmeliklerle düzenlenen şekliyle bu konudaki tek yetkili kurum olarak adreslenmiştir. Şiddete maruz kalan çocuktan başlayarak sokaktaki çocuklara, suça itilenden çalışan çocuklara, yoksul çocuklara kadar hepsine sadece bu kurum hizmet verir hükmü yıllardır değişmemiştir. Bunlara ek olarak tüm özürlüleri, şiddete maruz kalan kadınları ve bağımlıları da eklemek gerekir.
Bu yüzden de onaylasanız da onaylamasanız da burada yürütülen hizmetin kalitesi, şekli, sürekliliği, bilimselliği, iyi niyeti yani her şeyi dikkatinizi çeker. Çekmek zorundadır da. Çocuğun gidebileceği başka yer yoksa o zaman sizin için de tek adres burasıdır.
Yıllardan beri sadece tek yüksek okulun sosyal hizmet uzmanı yetiştiriyor olması bugün tabelada 8’e çıkan okul sayesınde zaman içinde olumlu değişimler olacaktır duygusunu yaratabilir. Burada kaliteyi ve stratejik planlamayı tartışabilirsiniz. Başkent Üniversitesinin kaliteli kadrosunu ve yıllardan beri hizmet veren Hacettepe Üniversitesini dışlayacak olursak, diğer yüksek okulların kadrosunun yeterliliği dolayısıyla programlarının ne denli olması gereken eğitimi vermeye yeterli olduğu belki tartışılabilir. Ancak bu yazıda başka bir noktaya dikkat çekmek istediğim için İstanbul’daki 12 üniversite dururken neden daha üniversitesi yeni gelişmekte olan Sakarya’da bu bölüm açılır, bunu sorgulamak istemiyorum.
Ben, bu yazıda Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığını tartışmak istiyorum. Buna neden olan da geçtiğimiz hafta TV8’de şu anda bu görevi yapan politikacıyı dinlemiş olmam. Neden politikacı diyorum çünkü konuşmasında sürekli “biz iktidar partisi olarak” diyerek, muhalefettekiler gibi sadece politik jargonla konuşmakta çok ısrarlı olması bana bu tanımlamayı yaparken politikacı kimliğinin ön planda yer almasının daha doğru olacağını düşündürdü.
Yazının başında söylediğim gibi bakanlıkların performansları başındaki bakanla doğru orantılı olarak değişkenlik göstermekte. Bu aslında her yerde var olan bir durum ama bizim gibi ülkelerde siyahla beyaz kadar değişken bir durum olarak gözüküyor. Yani o bakanlık eğer bakan konuya hakim, çalışkan ve hedeflerini iyi seçerek doğru personelle çalışıyorsa, o zaman iyi şeyler yapıldığını görüyor ve duyuyoruz. Ama bakan değişince süreklilik söz konusu olmadığından bir bakıyoruz ki bu bakanlık bambaşka şekilde çalışıyor ve kötü performanslar verebiliyor.
Doğal olarak bütçe, kadro gibi olanakların olması gerekiyor. Ama özellikle bu yazının konusu olan bakanlıkta çocukların adı bakanlığın isminde geçmese de temel odakların belki de başında çocuklar geliyor. Bu açıdan da bu bakanlığın yaptıkları benim gibi akademik ve sahada çalışan, sivil toplum kuruluşu çalışmalarını sürdürmeye çalışan kişileri de ilgilendiriyor.
Eski dönemde okullarda bir bardak süt dağıtan, sivil toplum, üniversiteler ve devletle işbirliğinde Yeldeğirmeni Çocuk ve Gençlik Merkezi gibi bir çok olumlu ve ses getiren projeyi hayata geçiren Hasan Gemici’nin çalışmalarını yakından izlemiş ve katılmış birisi olarak bu dönem yapılanlara baktığımda şöyle bir tabloyla karşılaşıyorum.
Bugün S.H.Ç.E.K.’in bütçe ve kadro sıkıntısı yok. Kadro bulabiliyor ama atamalarında hep önceliği yandaşlarına veriyor gibi gözüküyor. Neden mi böyle söylüyorum? Atamalarda meslek elemanı atamalarında çok fazla sayı artışı olmadığı halde imam-hatip kökenli öğretmen ataması sayısında ciddiye alınması gereken bir artış var. Bu nedenle hizmet kalitesinde ciddi problemler yaşanıyor. Geçmişte hizmet yapış şeklini bazen tartışmak zorunda kaldığımız sosyal hizmet uzmanlarını mumla arıyoruz, çünkü en azında almış oldukları eğitimden dolayı yaptıkları işleri bir metot içinde yapmaya çalışıyorlardı. Uslup farklılıklarını tartışmak başka birşey ama konuyu bilmeyenlerin yaptıklarını tartışmak bambaşka bir şey. Bunu da kalın çizgilerle belirtmekte yarar var diye düşünüyorum.
Neler değişti? Evet, koğuşlardan sevgi evi dediğimiz oda sistemine geçebilmek için bir uğraş var. Bunu söylemek gerekiyor. Bu çoktan yapılması gereken bir şeydi. Ama bu yapılırken çok önemli bir başka nokta atlanıyor. Tam da bu değişim sürecinde yapılması gereken ihtisas kurumlarının açılması gerekliliği. Bu sevgi evleri için harcanan bütçeleri duyunca bunların atlanıyor olmasına çok üzüldüğümü belirtmem gerekiyor.
Çünkü bakan konuşmasında bir kere bile bu konuya değinmediği gibi dersine çok çalışmış gözükmeyen sunucu da bu konulara hiç girmedi. O da şu; Risk altındaki çocuklar travmaya maruz kaldıklarında özellikle şiddet ve cinsel şiddet olgularında, yapılması gereken ilk şey bu çocukları travmanın kalıcı olmasını engellemek için özel bir ekibe ve yere teslim etmektir.
Örneğin, ensest olguları ve cinsel şiddette çocukların ilk bakımının yapılacağı yer uzmanlaşmış bir yer olmalıdır. Çünkü fiziksel tedavinin yanı sıra çocuğun ruhsal travmasını iyileştirebilmek çok hızlı ve doğru adımlarla ancak gerçekleştirilebilir. Bugün cinsel şiddet yaşayan çocuklar için S.H.Ç.E.K.’in kaç yeri vardır? Sıfır. Evet, hiç yok. Fiziksel şiddet yaşayan çocuklar için de hiç yerimiz yok. Madde bağımlılığı için konuşuyor ve konuşuyoruz ama aldığımız yol bir arpa boyu bile değil.
Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapıyoruz cümlesinin tercümesi Deniz Feneri ile çalışıyoruzdur. Çocuklar için çalışan kuruluşlardan bizim seçtiklerimizle beraberiz açıklamasını mı almalıyız yoksa ihtisaslaşmış kurumlarla know-how düzeyinde çalışıyoruz mu olmalıdır bu cümlenin açıklaması. Bunu da size bırakayım.
Bu konularla özellikle çocuklarla ve şiddet mağdurlarıyla çalışacak kişilerin politika üstü olmaları çok önemli. Özellikle bizim gibi çocuk politikası olmayan ama her geçen gün çığ gibi büyüyen çocuk sorunlarını yaşayan ülkelerde bu çok önemli.
Ama biz geçen hafta baştan sona bir politikacı dinledik ve herkesi eleştiren ve, “biz her şeyi ne güzel yapıyoruz” diyen birini dineldik. Ama biz, yani bu işin içinde olan ve çalışan bizler tam tersi bir tabloyu yaşadığımızdan bu konuşmalara da politikacı nutku demekten başka bir şey gelmiyor.
Durum hiç de iç açıcı değil. Ama bir söz var, “gecenin en karanlık olduğu zaman güneşin doğmasından hemen öncesidir” diye. Umarım böyledir. Çünkü çocuklarımız, duyduklarımız ve duyamadıklarımızla inanılmaz düzeyde şiddete maruz kalmanın yanı sıra uyuşturucu kullanımı, çocuk fuhuşu ve pornografisinde kullanımı, sokakta çalışma ve akranlar arası şiddet konusunda büyük sorunlar yaşıyor ve maalesef bu sayılar hep artıyor.
Bu konuyu bilen ve çözülmesi için emek verenler de “çocuk beklemez” prensibini bilenler olarak geleceğe kaygıyla bakıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder