Türkiye ilginçlikler ülkesi. Genelde birçok konuda mış gibi yapmak fiilinin uygulandığı bir ülke. Özellikle de uluslar arası konularda bu daha da ön plana çıkıyor. Yaklaşık 10 gün sonra Çocuk Hakları Sözleşmesinin 20. yılı doluyor. Ne ilginçtir ki Türkiye ilk imzalayan ülkeler arasında yer almasına karşın bu konudaki en basit prosedürleri bile yerine getirmeme konusunda inat düzeyinde ısrarcı.
Çok basit bir prosedür uygulaması olan taraf ülkeler belirli zaman dilimlerinde bir rapor hazırlar ve Çocuk Hakları Komitesine sunar. Bu raporla birlikte sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanmış alternatif raporlar da sunulur prensibinin yerine getirilmemesi artık bizde bir alışkanlık halini almış durumda.
Bugünlerde çok gecikmeli olarak 2. raporun sunumu gündemde. Bu rapor –koordinatör kuruluş olan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığında seçilmiş davetli kişiler ve kurumlar tarafından hazırlanıyor. Bu rapor bittikten sonra da alternatif raporun hazırlanabilmesi için sivil toplum kuruluşlarının da bilgisine sunulabilmesi gerekiyor. Zaten bu rapor hakkında bilgilenmenin de bu toplumda yaşayanların en doğal hakkı olması gibi bir prensibin olduğunu hatırlatmakta yarar var.
Ama yaşananlara baktığımızda bu raporun peşine düşen Çocuk Vakfı başkanı Ruhi Şirin tüm sözlü ve yazılı başvurularına rağmen rapora bir türlü ulaşamıyor. Dışişleri Bakanlığı’nda, onlar verirse ancak alabilirsiniz deniyor, daha bitmedi deniyor ve çok uzun süren bir süreç sonrası rapor ortaya çıkıyor. Bu raporu hazırlayanların hangi kriterlerle seçildiğinin bir kenara bırakarak gizli kalmasının nedeni ne diye bir soru sormanın gerektiğini düşünüyorum.
Uluslar arası sözleşmeler söz konusu olduğu zaman genelde hükümetlerin yaklaşımı, düşünmeden imza atılması doğrultusunda. Bunun imaj düzelteceğini düşünüyor olsalar gerek. Sonrasında nasılsa bir şey yapmayız, kimse de bir şey demez diyorlar. Çünkü toplum böyle konulara karşı durmayı, tepki vermeyi düşünmeyen bir toplum. Yani aslında yaşadıkları toplumu belki de tanıyorlar olmaları onların avantajları. Ama durum raporu verme gibi prosedürleri isteseler de kaçamıyorlar. Ne yapıyorlar? Erteliyorlar... Mecbur kalınca da her şeyin tozpembe olduğu bir raporla durum kurtarmaya çalışıyorlar. Durum kurtuluyor mu? Hayır. Kurtulmuyor.
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu yeni planlama döneminde istismara maruz kalan çocuklara ve sokak çocuklarına ayrılan bütçede azaltma yapmayı planlamış. Gerekçesi de bu tip olayların azalmış olması. Bunu neye dayanarak söylüyor. İstatistiklerine. Ama bu istatistikler ne kadar gerçeği yansıtıyorlar. Onu tartışmak gerekli. Çünkü bugün istismarın dozu da sayısı da artmış durumda. Bu önemli çünkü dayağın olsun cinsel istismarın olsun Kuruma yansımama nedenlerini tartışmak yerine azaldı diyerek problemin çevresinden dolaşmak hiç adil değil. Sokak çocuklarında ise sokakta yaşam sürecinin ortadan kalktığını, evden kaçan çocukların suça itilen çocuk konumunda ev dışı yaşamlarına başladığı gerçeği göz ardı ediliyor. Eskiden çocuk evden kaçardı, sokakta yaşardı. Zaman içerisinde suç çetelerine dahil edilir ve sokak çocuğundan suça itilen çocuk olurdu. Bugün ise evden kaçtığında direkt suça itilen çocuk kategorisine dahil oluyor. Bunu yok sayarak durum tespiti yaparsanız büyük yanılgılar da beraberinde gelmeye başlar.
Türkiye imzaladığı ihtiyari protokolle ilgili rapor sunma sürecini geçirdi. Orada yaşananlar önümüzdeki çocuk hakları durum tespit raporunun da geleceğini göstermesi açısından önemli. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi, 14 Eylül 2009 tarihinde gerçekleştirdiği oturumda Türkiye'nin Çocuk Hakları Sözleşmesinin Çocukların Silahlı Çatışmalara Katılımını konu alan iki nolu Seçmeli Protokol çerçevesinde sunduğu ilk raporu görüşmüştür. Bu raporun da kamuoyuna sunumu yapılmamış, en basit şekilde Türkçe rapor haline bile getirilmemiş, sadece İngilizce olarak hazırlanmıştır.
Raporu sunan heyette bile sadece bakanlıklar temsilcilerinin yer alması, üniversiteden seçilen tek üyenin de terör uzmanı olması durumu gösteren bir tablodur. Çocuk Hakları konusunda uzman kimsenin yer almadığı bir heyetle toplantılara katılımın gerçekleşmiş olması, bakış açısını gösteren bir durumdur.
Durum raporunun önümüzdeki aylarda sunulacak olması, raporun verilmemsi için yaratılan güçlüklere rağmen aletrnatif rapor konusunda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarının dikkat etmesi gereken en önemli noktalardan birisinin hala çekincelerin kalkmamış olmasıdır. Pratikte aşılmış olan bu çekincelerin resmen kaldırılmamış olması da bir başka garip, komik durum olarak karşımızdadır.
Sadece Ankara odaklı hazırlanmış raporların ne kadar sivil toplumu temsil edeceği tartışmasına girmeden konu edilmeyen ama en önemli problemlerin içinde yer alan farkındalığın olmaması ve veri toplanamıyor olması gibi çok önemli iki handikapın mutlaka tartışılması gerektiğine inanıyorum.
Takip ve izleme, bu olguların en önemli aşamaları olmasına karşın bizde pratikte yok düzeyinde olmasının da ayrıca tartışılması gerekmektedir.
Özetle, 20. yılını doldururken çocuk haklarının ülkemizdeki durumunun tartışılması ve çok temel olan bazı adımların acilen atılması gerektiğine inanıyorum. Kamuoyunun da geniş katılımla bu tartışmanın içinde olması gerekmektedir. Böyle olduğunda ancak Çocuk Haklarının gerçekten yaşama geçebilmesi mümkün olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder