Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Türkiye'den Çocuk Manzaraları

24 Mart 2008

Bizde gündem çok yoğun. Her gün öylesine olaylar oluyor ki bir hafta sonra o gün için çok önemli olan bir haber hatırlanmıyor bile. Türkiye’de de o yüzden çok aktüel ve çarpıcı olmayan hiçbir olay gündemde kalamıyor. Halbuki kamuoyu neler olup bittiğini sadece medyadan izliyor ama bazı şeylerden haberdar bile olamıyor. Özellikle çocuk konusunda bu durum çok daha belirgin oluyor. 


Buna karşın toplumumuzda çocukla ilgili olup bitenleri bilmemenin yakın ve uzak gelecekte birçok problemin de yaşanması ve çığ gibi büyüyen sorunlarla baş edememek anlamına geldiğinin de farkında bile değiliz. Keşke iyi şeylerden bahsedebilsek ama gündeme baktığımızda olumsuzlukların  baş köşeyi tuttuğunu görüyoruz.

Çocuğun sosyal içerimini ve katılım hakkı konusunda neler yapılabileceğine yönelik bir projeyi Türkiye’nin dört bir köşesinde dolaşarak ve oradaki uzman ve ilgili kişilerle birlikte çalışmalar yaparak tamamladık. Büyük bir coğrafyada yaşadığımızdan da her bir köşede farklı sorunların ön plana çıktığını gördük. Hepsinden bahsedebilmek ve bunlara yer vermek bu yazının kapsamının dışında ama bir kaçını burada dillendirmek istiyorum. Belki de çoğunuzun haberinin bile olmadığı bu problemlerin bölgedeki insanların temel problemlerinden olduğunu bilmek bile  çarpıcı bir durum.

Van’dan başladığımızda sadece burada değil güney bölgemizde, güneydoğuda ve bir çok bölgemizde yer alan çocuk yaşta evlilik olgularının çok önemli bir problem olduğunu görmekteyiz. Küçük yaşta kızların evlendirilmesi birçok bölgede doğal bir olay. Herkesin yaptığı ve geçmişten bugüne sürdürülen bir gelenek. Sonuçları ise facia. Çocuk annelerden başlayan, sağlık sorunlarıyla devam eden ve yetişmemiş bir kadın kuşağı ile yetişemeyen bir çocuk kuşağını kapsayan bir zincir söz konusu.

Bununla ilgili resmi duruma baktığımızda Türkiye’de 16 yaş bittiğinde evlilik yapmanın aile izni ve hakim kararıyla olabildiğini görmekteyiz. Ancak Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2006 yılı verilerine göre, her 100 kadından 32’si 18 yaşından önce, 60’ı ise 18-24 yaş arası evleniyor. Ortalama ilk cinsel ilişki yaşı 19. Diğer taraftan 18 yaş öncesi evliliklerin hiç biri hakim izniyle gerçekleşmiyor. Yani bu evliliklerde resmi nikah yok.

Yapılan araştırmalara göre ortalama her üç kadından biri ailelerin bulduğu biriyle ve aile kararıyla, üçte biri kendi kararı ve aile onayıyla evlenmektedir. Oranlar hakkında bir şey söylemek zor olsa da  özellikle kırsal kesimlerde "imam nikahıyla evlilik" ve çok eşli evliliklerin de halen sürdüğü izlenmekte. Evet 2008 yılının Türkiye’sinden bahsediyorum.

İkinci bir problemimiz çocukların sağlığı. Biliyorsunuz Erdoğan geçenlerde en az 3 çocuk yapın mesajını verdi. O kadar her şeyden habersiz olunca konuşmak kolay.  Çocukların ve annelerin sağlığı temel bir problem. Ana-çocuk sağlığı diye ayrı birimlerin yıllardır çalışmasının ve çabalamasının nedeni de temel bir sorun olması. Ama bilmeyince her şey kolay ve yapılır geliyor herhalde diye düşünüyorum Erdoğan ve şu anda yürütücü konumundakilerin konuşma ve icraatlarıne bakınca.

Geçtiğimiz haftalarda medyaya yansıyan 4 ölüm olgusu üzerinde durulmayan ama çok önemli bir konuyu gündeme getirdi. Çocuk ve okul sağlığı. Konya'da 5. sınıf öğrencisi bir çocuk fenalaşıyor, hastaneye götürülüyor ve ani ölüm ortaya çıkıyor. Nedeni, karaciğerde kist patlaması. Yani başka deyişle tarama yapılsa bulunup tespit edilecek ve çocuğun kurtulacağı bir durum. Başka bir olayda da yine başka bir çocuğumuz sözlüye kalkan ve aniden fenalaşıp yere yığılan bir çocuk. Kurtulamayıp ölen bu çocuğumuz hakkında da sağlık muayenesi yapılmadığından kalbine veya  beyine yönelik bir problem mi var bilmiyoruz. Hiçbir şey söyleyemeden öldüğünü görüyoruz. Aynı şekilde 2 çocuk da  spor yaparken düşüp ölüyorlar. Sağlıklı görünüp ama hasta olan bu çocuklara sağlık muayenesi yapılsaydı  bu çocuklar saptanacak ve bu  üzücü durumlar ortaya çıkmayacaktı.

Çok basit bir çözümden bahsediyoruz. Çocukların birinci basamak sağlık hizmetlerini düzenli almaları. Bunun için de her çocuğun sağlık geçmişinin okul tarafından bilinmesi, okula girişte sağlık muayenesinin kapsamlı şekilde yapılması gerekiyor. 3 çocuk yapmadan okullarda çocuklar için minimum düzeyde de olsa sağlık için altyapıyı oluşturmamız gerektiğini biz biliyoruz ama yetkililer ya bilmiyor ya da gereksiz görüyorlar.

Üçüncü bir sorun da geçen hafta iş kanununda öngörülen çocukların çalıştırılmasını kolaylaştıran hükümlerin gün ışığına çıkması. Çocuklar için koşulları düzeltmeye yönelik bir şeyler yapmak yerine burada var olanları  bozan ve geriye  götüren bir uygulama söz konusu. Halbuki Türkiye, hem Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni hem de, ILO'ca düzenlenmiş, başta 138 sayılı sözleşme olmak üzere, çocukların çalışma koşullarını ve sektörlere göre en az çalışma yaşlarını belirleyen sözleşmeleri kabul ederek uluslararası kuralları içselleştirmiştir.

Ancak hemen şu çelişkiye işaret etmek istiyorum. Çocuğun çalışma yaşamından uzaklaştırılmasını hedefleyen 138 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi olsun, sömürüye açık, tehlikeli ve kötü işlerden çocukların uzaklaştırılmasını isteyen Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ile 182 sayılı Uluslararası Çalışma sözleşmesi olsun, her üç sözleşme Türkiye tarafından kabul edilmiş olsalar bile, ülkemizde de, sekiz yıllık temel öğretimini tamamlamış, erişkinliğe yaklaşan çocukların çalışmasına halen yasalarla izin verilmektedir.

Söz konusu sözleşmelerin kılavuzluğunda yeniden düzenlenerek 10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe konulan 4857 sayılı İş Kanunu'nda, çocukların bir kısmının çalışmasına izin verilmeye devam edilmiştir. Kanuna göre, 15 yaşını dolduranlar çalıştırılabileceklerdir. Kanunda temel eğitimlerini tamamlamış olanlardan, bedensel ve ruhsal sağlıkları olumsuz etkilenmeyecek olan 14 yaşını doldurmuş çocukların da, eğitimlerini olumsuz etkilememesi kaydıyla, hafif işlerde çalıştırılabilmelerine olanak sağlanmıştır.

4857 sayılı İş Kanunumuzda, hafif işlerde de olsa, 14 yaşını doldurmuş olan çocukların çalışmasına izin verilmiştir. 15 yaşını doldurmuş çocuklar için, yasanın ilerleyen maddelerinde 'ağır ve tehlikeli işler' ile 'yer ve sualtı işleri' açısından getirilen sınırlama dışında düzenleme bulunmamaktadır. Şu halde, 15 yaşını dolduran çocuklar, İş Kanununda belirtilenler ve özel kanunlarda yer alan istisnalar dışında kalan her işte çalıştırılabileceklerdir.

1982 Anayasası'nın 'Çalışma Şartları ve Dinlenme Hakları' başlıklı maddesine bakıldığında, "kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uygun olmayan işte çalıştırılamaz" cümlesinden sonra gelmek üzere, "çocuklar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar" hükmüne yer verilmiştir (m.50).  Anayasadaki bu düzenlemenin, çocukların çalıştırıldığı gerçeğinden hareketle, gücüyle ve yaşıyla uygun işlerde ve iyi koşullarda çalıştırılmasını amaçlamak üzere yapıldığını söylemek mümkün olabilecektir. Ancak, bu vurgulamanın, çocukların çalıştırılabileceği düşüncesine dolaylı olarak da olsa devamlılık kazandıracağını söylemek hatalı olmayacaktır. Başka bir ifadeyle çocuğun korunması amacıyla bu düzenlemeye yer verilirken, çocuğun çalıştırılmaktan uzaklaştırılması ana hedefine ulaşılmasına zihinsel bir engel, ana hedefin ertelenmesine manevi bir zemin oluşturduğu, çocuğun çalıştırılmasına meşruluk kazandırdığı söylenebilecektir.

Gelişmiş ülkelerdeki uygulamalara paralel olarak ülkemizde de uygulanan ve eğitim sistemi içinde sayıldığı için çocuğu 'öğrenci' olarak değerlendiren çıraklık statüsü de, esasen çocuğun çalışma yaşamına girmesi için yasal olarak açılan yollardan biridir. Özellikle, işyerlerinde verilen pratik eğitim faaliyetleri iyi denetlenemiyorsa, bu değerlendirmenin geçerliliği daha da yüksektir.

Bu durumu daha da kötüye götüren para cezalarında azaltma gibi caydırıcılığı azaltan bir hükmün geliyor olması anayasadaki ilgili maddeyi düzeltmenin gerekliliğini savunan bizler için geriye  dönüş ve daha kötü bir noktadan başlangıç yapmaya neden olacaktır.

Son olarak çocuk manzaralarından, nevruz dolayısıyla yapılan gösterilerde yine rastladığımız bir manzaradan, bahsetmek istiyorum, gösterilerde çocukların en öne dizilmesi ve onlara taş attırmak ve gösterilerde polise hedef yapmak. Sürekli yaşanan bu olaylardaki acımasızlık bana isyan ettiriyor. Buna güneydoğudaki çatışmalarda çok sayıda çocuk askerin varlığının tespit edildiğini de eklemek istiyorum.

"Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusunda Ek Protokol"ün kabul edilişinin altıncı yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğinin yıllık raporuna göre 2007'de çocukları kullanan silahlı grup ve kuvvetlerin sayısı 40'tan 57'ye çıkmıştır. Çad, Sudan, Afganistan ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde çocukların artan oranlarla silah altına alındığı tespit edilmiştir. Terör örgütlerinin bizde neler yaptığının saptanması için yaşananlara bakmanın yeterli olduğunu düşünüyorum. Uluslararası Af Örgütü Türkiye’de de yaklaşık 300.000 çocuğun asker olarak terör örgütleri tarafından kullanıldığını belirtmektedir.

2002'de de Çocuk Hakları Sözleşmesine Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusunda Seçmeli Protokol yürürlüğe girmiş ve  Türkiye  Mayıs 2004'te  bunu yürürlüğe koymuştur.

Sonuç olarak 1989'da hayata geçirilen BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'ni Türkiye 1995'te yürürlüğe koymuştur ama bu sözde kalmıştır. Çocuk bugün hala ülkenin gündeminde yoktur. Konunun özeti budur.

Hiç yorum yok: