Son dönemde kamuoyunda gündeme gelen Hüseyin Üzmez ve cinsel taciz olgusunun bir çok açıdan kamuoyunda değişik konuların tartışılmasını sağlaması ilginçtir. Burada pedofilinin ne olduğundan başlayan tartışmalar adli tıp raporunun yetersizliğinden Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun neleri yapıp yapmadığına kadar geniş bir yelpazeye yayıldı.
Pedofili olgularında adli tıp yakalşımının, hem saldırganın saptanması, yakalanmasında hem de ve daha önemli olarak kurbanın durumunun saptanması ve adaletin tecellisinde çok önemli bir rolü vardır.
Son dönemde Adalet Bakanının demeçleri ve medyada yer alan tartışmalar başka bir rapora gereksinme olduğu yönünde birleşirken bu raporun nereden alınacağı konusunda hiçbir aydınlatıcı bilginin ortaya çıkmadığı görülmektedir.
Bu çok önemlidir. Ruhsal travmanın ortaya çıkıp çıkmadığını araştırmaya yönelik çalışmanın bugünün koşullarında Adli Tıp Kurumunda yapılamayacağı açıktır. Neden? Çünkü burada sorun sadece çocuk psikiyatristinin olmaması değildir. Bunun yanı sıra hem muayenenin çok demode, sadece bir uzmanın soru-cevaplarına dayanması ki burada soru soran kişinin etkinliği tartışılmalıdır.
Bu konuda ne kadar eğitim almıştır?
Güncel gelişmeleri izlemekte midir?
Bu sorgulanmalıdır. Bu gibi olgularda artık modern tüm merkezlerde mutlaka ön testlerle durum saptamasının objektif ve ölçülebilir olmasına çalışılmaktadır. Bu da sadece uzmanın subjektif görüşünden olguyu kurtaran bir durumdur. Bu merkezlerdeki uzmanların güncel literatür izleyen ve konularındaki etkinliği kongre ve bilimsel çalışmalarla ispatlamış kişiler olduğunu da göz ardı etmemek gerekmektedir.
Halbuki bizde bu konuda çalışan kişilerin hiçbir bilimsel etkinliğe katılmadıkları, bilgi üretmedikleri ve çalışmaları da izlemedikleri gözlenmektedir. Ayrıca kurul yapılanmasında farklı disiplinlerden gelen kişilerin o kurula gelen her rapora imza atma zorunlulukları olayı daha da çıkmaza sokmaktadır. Çünkü bu durumda olayımızda olduğu gibi radyolog, ürolog ve kadın-doğum uzmanının psikiyatrik değerlendirmeye görüş vermeleri gibi çok vahim bir durum gerçekleşmektedir. Daha önce de aynı durum bir diş hekiminin, bir anatomi uzmanının ve patologun psikiyatri raporlarına imza atması gibi garabetler şeklinde gerçekleşmekteydi.
Daha da aykırı olan bir durum, genel kurul denilen tüm kurul üyelerinin olay hakkında görüş verdiği olayda gerçekleşmektedir. Çünkü burada biyokimya uzmanı, dahiliyeci ve diğer bir çok farklı kişi psikiyatrik duruma görüş vermekte ve oy kullanmaktadırlar. Sistemden kaynaklanan bu durumun değişmesi elzemdir.
Ama ihtisasları adli tıp olan, psikiyatri olan uzmanların yeterliliğinin de tartışılması çok önemlidir. Uzun yıllardan beri orada mevki kaparak yerleşmiş ve hala eski yöntemlerle raporları çıkaran bu kurullardaki kişilerin bilgi yeterlilikleri tartışmalıdır. Hiçbir bilimsel yeterlilikten geçmeden yıllardan beri kurullardan rapor vermektedirler. Asıl vahim olan budur.
Çünkü bu olay da göstermiştir ki adli tıp değerlendirmelerinde temel olan bilgidir. Bilimsel yaklaşımların disiplinli bir şekilde uygulanması halinde ancak doğru raporlar verilebilmektedir.
O yüzdendir ki dünyada artık tüm adli tıp merkezleri bağımsız çalışan, özerk ve bilimsel kriterlere göre denetlenen yerlerdir. Hiçbir adli tıp merkezinin Adalet Bakanlığına bağlı olmaması tesadüf değil, bu nedenden dolayıdır. İngiltere’de olduğu gibi üniversitelerin adli olaylarda görüş vermesi bir modeldir. Amerika’da olduğu gibi bağımsız yapıların her yıl “board” adı verilen bağımsız kuruluşlar tarafından yeterliliklerinin denetlenmesi bir modeldir.
Bu modeller çoğaltılabilir ama hiç birinde tek bir yere olguların yollandığı ve kurullar gibi hiçbir mantıkla açıklanamayan organizasyonların rapor verdiği bir model yoktur. En son Hindistan bu modeli uygularken onlar da artık yerel bölgelerdeki üniversiteler modeline geçmişlerdir. Biz ise Avrupa Birliğine girme tartışmaları yaparken hala bu konuda çağdışı bir modeli izlemekteyiz.
Yapılan bir çalışmada elde edilen verilere göre, Yeterlilik Kurulu’nca yapılan “Adli Tıp Hizmet Modeli ve İnsan Gücü Planlaması” başlıklı çalışmada, kayıtlı veriler ışığında 2010 yılında beklenen nüfusa göre, tüm ülkede, beklenen cinsel suç mağduru sayısı 24 bin civarındadır. Bu duruma göre yapılacak bir planlama ile bu problemin çözümü üniversitelerle birlikte oluşturulabilir.
Çözümleri artık bilimsel yöntemler ve merkezlerde aramak için başka bir benzeri olayı beklememeliyiz. Eğer bu olay bu kadar medyatik olmasaydı, 2003’den beri sürdürülen bu yöntem ve uzmansız görüş verilmeye devam edecekti. Benzeri bir çok olayın aynı raporu aldığını bilerek sadece bu olaya değil diğer olaylarda da adaletin tecellisinin sadece Adli Tıp Raporu yüzünden gerçekleşmediğini unutmamak gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder