0-18, yeni dönemini her yıl olduğu gibi okul açılışıyla birlikte yapıyor. Bu dönemin ilk yazısı her yıl olduğu gibi bugün de eğitim ve öğretimin hangi noktada olduğunun ve neler yapılmasının tespitiyle ilgili.
Eğitim ve öğrenimin en alt düzeyinden olguyu irdelemeye başlarsak, yani okur-yazarlık düzeyinin ne olduğuna bakarsak, halen her 5 kişiden birinin okuma-yazma bilmediğini ve bunların %80’ini kadınların oluşturduğunu görmekteyiz.
Bunun çözümündeki ilk adım olan okullaşmanın sağlanmasında da halen kız çocuklarının daha düşük düzeyde okullaşabildikleri istatistiklerde görülmektedir. 2007-2008 eğitim-öğretim yılında temel eğitimde okullaşma oranı %97.37’de kalmış, bu oran, erkek çocuklarında %98,53, kız çocuklarında ise %96,14 düzeyinde gerçekleşmiştir. Görüldüğü gibi kız çocukları halen erkek çocuklarından daha düşük düzeyde okullaşmaktadır. İlköğretim çağında olup da ilk öğretime devam etmeyen çocukların yarısından fazlasını kız çocukları oluşturmaktadır. Bu rakamlara 8 yılık eğitimi terk edenlerin büyük oranda kız çocuklarından oluştuklarını da ayrıca eklemek gerekmektedir.
İlk öğrenimin eksik kalmasındaki en büyük problemleri şöyle sayabiliriz:
- Yoksulluk,
- Çocuk işçiliği,
- Ulaşılabilecek mesafede okul olmaması,
- Taşımalı eğitimin pratikteki zorlukları,
- Okul masraflarını karşılayacak maddi güçten yoksunluk
Orta öğretime geldiğimizde ise kız ile erkek çocuklar arasındaki uçurum çok daha fazla genişlemektedir. Orta öğretimde ortalama okullaşma oranı %58,56 iken kız çocuklarının okullaşma oranı %55,81 düzeyinde kalmaktadır. Yüksek öğretimde ise bu oran iyice büyüyerek %20’lere ulaşmaktadır.
“Haydi kızlar okula” gibi çok büyük çaplı kampanyaların yapılmasına karşın cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılmasına yönelik girişimlerin ne denli yeterli olduğunun da tartışılması gerekmektedir. Okul müfredatlarının içeriğinde bu konuya hiç yer verilmiyor olması ve kadının rolünün, ev işi yapar şeklinde belirlenmesi düşündürücüdür. Buna ek olarak Milli Eğitim Bakanlığında halen çalışan üst düzey bürokratların hiç birinin kadın olmaması da düşündürücü bir başka boyuttur. Buna ek olarak geçtiğimiz yıl yapılan müdür atamalarında sadece %5 oranında kadın müdür ataması yapılması da bir başka ilginç boyuttur.
Yıllardan beri sürüdürülen eğitim modelinin ezberci bir sisteme dayanması da yaratıcılığı öldüren ve kişiliğin gelişimin engelleyen çok önemli bir konudur. Tüm dünyanın artık proje bazlı eğitime geçmiş olması ve kişiliği ve yetenekleri ön plana çıkmasını temel eksene koyduğu eğitimde biz halen ezberci bir sistemle devam etmekteyiz. Bu sadece bu dönemin değil çok eskiden beri var olan bir sistem problemidir. Ancak bu yönetimin yarattığı en büyük hasar 6. sınıflardan başlayarak her sınıfa SBS sınavı koymuş olmasıdır. Eğitimi tamamen ticarileştiren ve çocukları daha 11 yaşından başlayarak dersanelere iten bu sistem çocukların tüm yaşamını zedeleyen bir girişimdir. Buna ek olarak değerlendirmenin çok absurd yöntemlerle yapılması da çocukları karartan bir başka girişimdir.
Kalkınmış tüm ülkelerin bunu nası yaptığı araştırıldığında eğitim modelinin bunu sağlayan temel etken olduğu gözükmektedir. Çünkü en büyük yatırım insan kaynağıdır. Bu insan kaynağı da ancak doğru eğitim modeli ve performansıyla kazanılabilecek bir kavramdır. Ancak bugünün Türkiye’sinde bu eğitim modeliyle parlak bir tablodan bahsedebilmek değil bugüne kadar kazanılmış bazı özelliklerimizin kaybedilmemesinin tartışılması gerekmeketdir.
Ülkemizin de altında imzası bulunan ve 2015 yılına değin ulaşılması öngörülen Birleşmiş Milletler Bin Yıl Kalkınma Hedefleri arasında “yoksulluğun giderilmesi”, “herkese ilköğretim imkanı sağlanması” ve “Kadın-erkek eşitliğinin oluşturulması” hedefleri önemli yer tutmaktadır. Bu hedeflere ulaşmanın en önemli araçlarından birisinin eğitimde cinsiyet eşitliğinin sağlanması olduğuna kuşku yoktur. Bugüne baktığımızda halen bu hedefin çok uzağında bulunmakta olduğumuzu görmekteyiz. Tren kaçmadan buna müdahale edilmesi ve durumun acilen düzeltilmesi gerekmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder