1 Mayıs olayları tüm dünyada bayram olarak kullanılırken bizde her zaman gerilim ve yasaklarla dolu olarak geçiyor. Özellikle bu yıl 1 Mayıs öncesinde yürüyüş izni ve Taksim’de gösteri izni isteyen kuruluşlara bu izni vermeyen en büyük mülki amir olan Valinin bir cümlesine takıldım.
“ Orantılı şiddet kullanılacaktır “
Bu cümle çok ilgimi çekmişti. Çünkü eğer gösteri yapılır ve yasaklandığı belirtilen eylemlerden birinin gerçekleştiği görülürse, o zaman polis kuvvetlerinin orantılı şiddet kullanacağını söyleyen vali medya kanalıyla bir şekilde tehdit etme, gözdağı verme mekanizmasını da çalıştırmıştı. Burada ilginç olan şuydu. Şiddetin orantılısı veya orantısızı olmayacağını biz bu konuda çalışanlar zaten biliyorduk. Hangi ölçütlerle orantılı veya orantısız şiddet tanımlanacaktı. Böyle bir şey söz konusu değildi. Ayrıca bu beyanatın altında eğer benim dediğim gibi olmazsa, canınız yanar ve sizlerin dövülmesine engel olmam mesajı yok muydu?
Bu konuyu buraya taşımamın sebebi bu cümlenin bana çocuk istismarında çok uzun süre bizi meşgul eden bir başka kavramı hatırlatıyor olmasıydı. Tedip hakkı. Türk ceza kanununda bile uzun yıllar yer alan ve ancak son dönemde kaldırılan tedip hakkı şöyle demekteydi:
“Eğer anne-baba çocuğunu, öğretmen öğrencisini, usta çırağını eğitmek için şiddet kullanıyorsa, o zaman bu şiddet tedip hakkıdır ve suç olarak kabul edilemez.” Kelimeler bunlar değil ama anlamı buydu. Bu yüzden de uzun yıllar; şiddet gören çocuk bunu öğretmeninden, ustasından veya anne-babasından görüyorsa o zaman dayağı atan şiddet uygulamış olmuyordu. Bir başka deyişle şiddet uygulamak meşru bir durumdu. Bu yüzden de kafasına öğretmen dayağında dört dikiş atılan çocuklarda bile tedip hakkıdır denilip hiçbir işlem yapılmayan öğretmenleri çok gördüğümüzü, sadece öğretmenleri değil ustaları, anne-babaları çok gördüğümüzü belirteyim.
Aynı şekilde miğferinin altında, yüzü maskeli polisin elinde cop hatta beyzbol sopasıyla önüne gelene vurduğu ve hiçbir şeyi dikkate almadan vurduğunu 1 Mayıs günü izledik. 1 Mayısta olaylar öylesine çığırından çıkmıştı ki hastaneye, lösemili çocuklar servisinin olduğu bölgeye bile biber gazını sıkma konusunda polisin bir saniye bile tereddüdü olmadı. Sabah 6 dan başlayarak bir arada duran 5 kişiyi gören polis hiç sormadan dayağa girişti.
Çünkü orantılı şiddet kullanılacaktır cümlesinden hatırlanan sadece “şiddet kullanılacaktır” kısmıydı.
Diğer tarafta her yere zarar vererek, taş atan, yıkan grupların yarattıkları terörün tetikleyici olduğunu da kayda alalım. Ama burada altını çizmeye çalıştığım nokta otorite olan güçlerin sakinleştirme ve yatıştırma çalışmaları yerine şiddete daha çok şiddetle karşılık vermeyi tercih etmeleri. Bu öylesine kabul gören bir boyuttu ki Başbakan başta olmak üzere tüm yöneticiler bunu savunan demeçler verdi ya da olanların normal olduğunu belirtti.
Şimdi siz söyleyin yıllarca tedip hakkına yasalarında yer vermiş bir toplumun bu yaşadıkları, valisinden polisine kadar yaptıkları çok mu beklenmedik? Bence hiç değil. Şiddeti bu denli özümsemiş olmasak Mersin’de bıçaklanan oğluna baba; “Sen bir şey saplamadın mı, elinde bir şey yok muydu” der miydi?
Keşke bu işler; 3 çocuk yapın veya her olaya münferit olaylardır demekle hallolsaydı. Ama olmuyor işte.
Fatura ise topluma çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder