Bir yılı daha geride bırakarak yeni bir yıla doğru ilerlemekteyiz. Bakıldığında zamanın aslında kesintisiz aktığını ve bizim kendimizin koyduğu nirengi noktalarına bağlı olarak farklılaştırdığımız görülmektedir.
2008 yılına baktığımızda aslında yıla damga vuran olayların hiç birinin olumlu olmadığı görülmektedir. Çok karamsar bir cümle kurduğumun farkındayım ancak, bu da gerçek durumu yansıttığı için görmemezlikten gelmenin kimseye faydası olmayacağı açıktır.
Vereceğim basit bir istatistik bunu hemen ortaya koyacaktır. Sadece 2008 yılı içerisinde çocukların öldürüldüğü 40’ı geçkin cinayet olayında temel nedenin cinnet geçirme olduğunu medyadan okuyoruz. Cinnet geçirme ne demek? Çok basit anlatımıyla halk arasında kontrolünü kaybederek, öfke nöbetine kapılarak bir eylemde bulunma diye tarif edebileceğimiz bu davranış yüzünden 40’ı geçkin çocuk hayatını kaybetmiş. Bu bile çocuğun ne kadar çabuk harcandığını gösteren çok somut bir örnek.
Aslında genel kriterlerle yaklaştığımızda da çok parlak bir tabloyla karşı karşıya olmadığımız görülmektedir.
Türkiye bugünkü mevcut nüfusu ile (70.5 milyon 2007 TUİK Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) Avrupa Birliği ülkeleri arasında en büyük ikinci ülkedir. Görüldüğü üzere nüfus artışı gibi şiddeti, yoksulluğu tetikleyen temel bir faktörün halen ön sıradaki yerini koruduğunu görüyoruz. Daha yenisi olmadığı için Türkiye İstatistik Kurumu 2006 yılında gerçekleştirilen Çocuk İşgücü Araştırmasına göre konuşacak olursak, Türkiye genelinde 6-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 16 milyon 264 bindir. 6-17 yaş grubundaki çocuklar, kurumsal olmayan sivil nüfusun %22,3’ünü oluşturmaktadır. Bu yaş grubundaki çocukların %60,9’u kentsel, %39,1’i kırsal yerlerde bulunmaktadır. Bu çocukların %84,7’si bir okula devam ederken, %15,3’ü okula devam etmemektedir. Okula devam etmeyen çocukların %58,8’ini kız çocukları oluşturmaktadır. 6-17 yaş grubunda bulunan 16 milyon 264 bin çocuktan %5,9’u ekonomik bir işte çalışmakta, bir başka ifadeyle istihdam edilmektedir (958 bin kişi). Türkiye genelinde 6-17 yaş grubunda istihdam edilen çocukların %47,7’si kentsel, %52,4’ü kırsal yerlerde yaşamaktadır. İstihdam edilen çocukların %66’sını erkek, %34’ünü kız çocukları oluşturmaktadır. Çalışan çocukların %31,5’i bir okula devam ederken, %68,5’i öğrenimine devam etmemektedir. Okula devam eden 6-17 yaş grubundaki çocukların %2,2’si ekonomik bir işte çalışırken, okula devam etmeyen çocukların %26,3’ü çalışmaktadır. 6-14 yaş grubunda bulunan erkek çocuklarının %3,29’u çalışırken, bu yaş grubunda bulunan kız çocuklarının 1,82’si çalışmaktadır. Bu yaş grubunda erkek çocukların %94,12’si okula devam ederken kız çocuklarında bu oran %90,69’a düşmektedir. Bu sonuçlar, çalışma hayatında erkek çocuklarının aleyhine, eğitime devamda ise kız çocuklarının aleyhine bir durumun olduğunu göstermektedir.
Bu rakamsal tabloya hemen çocukların eğitim durumunu daha somut ve net olarak vermenin doğru olacağına inanıyorum. Çünkü yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı üzere çocuklarımızı okutacağımıza çalıştırıyoruz. Başka bir deyişle çocuklar yoksulluktan dolayı okuyamıyorlar, onun yerine çalışmak zorunda kalıyorlar.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2007-2008 öğretim yılı verilerine göre; Okul öncesi eğitime devam eden öğrenci sayısı 701.762 dir. Buna karşın İlköğretime devam eden öğrenci sayısı: 312.631’i açık ilköğretim öğrencisi olmak üzere toplam 10.870.570 olarak gözükmektedir. Orta öğretime devam eden öğrenci sayısı ise 334.146’sı açık lise öğrencisi olmak üzere toplam 3.245.322’dir.
Bu tabloya göre Türkiye'de çeyrek milyon çocuğun okula gidemediği ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de 6-13 yaş grubunda 10 milyon 398 bin 454 kişi bulunurken bunların 273 bin 634'ü okula gitmediği gözlenmektedir. Türkiye'de 6-13 yaş grubu arasında 5 milyon 334 bin 820'si erkek çocuk 5 milyon 63 bin 634 kız çocuk bulunmaktadır. 2007-2008 eğitim öğretim yılında ilköğretimdeki öğrenci sayısı ise 10 milyon 124 bin 820 olmuştur.
Burada sadece okullaşmayı temel kriter olarak aldığımı belirteyim. Eğer kalite tartışmasına girecek olursak gelmiş geçmiş tüm milli eğitim bakanlığı dönemleri içerisinde bu denli kalitesiz bir eğitim döneminin yaşanmadığını da belirtmek gerekmektedir. Okullarda sadece sınav atı gibi çocukların SBS yada OKS sınavlarına her yıl girmek zorunda kaldıkları, hiçbir şeyi öğrenmedikleri sadece ezberledikleri görülecektir. Burada dershaneler prim yapmakta, okullar önemini kaybetmektedir. Her gün keyfi kararlarla çocuklar kuklaya dönmüş durumdadır. Böylesine çocukların harcandığı, hiçbir kriterin ön plana alınmadığı bir dönemin yaşanmadığını belirterek milli eğitimin ne kadar vahim durumda olduğunu bir kez daha altını çizerek güç koşullardaki çocuklara geçelim.
Yapılan bir araştırmaya göre Diyarbakır kent merkezinde 6-8 bin civarında çocuk sokakta çalışmaktadır. Sokakta çalışan çocukların %77.5'i erkek, %22,5'i kızlardan oluşuyor. Çocukların %3.8'i okul öncesi eğitim, kalan %96.2'si ilköğretim çağında bulunuyor ancak, bunların %21.2'si ekonomik nedenlerle okula gidememektedir. Çalışan çocukların %9.8'i ise okur-yazar bile değildir. Araştırmaya katılan sokakta çalışan çocukların hepsi çok çocuklu ailelere mensup. Çalışanların en az 5, en fazla 7 kardeşi bulunmaktadır. Aynı evde kendi aileleri ve akrabalarıyla birlikte yaşayanların oranı %59.9 olurken, bunların %84.5'inin gecekonduda oturduğu görülüyor. Bu çocukların ailelerinin %64,9 gibi büyük bir oranı Diyarbakır'a göç eden ailelerden oluşmaktadır.
Ayrıca güneydoğu ve güney illerinde çok sık karşımıza çıkan tarım sektöründe çocukların çalıştırılması konusunda ise yine dramatik bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre bölge illerinde 12-14 yaş arası 87 bin çocuk tarım sektöründe çalıştırılmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde tarlada çalıştırılan çocuk sayısının en fazla olduğu il Şanlıurfa olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalıştırılan kız çocuklarının sayısı erkek çocuklarından daha fazladır.
Bu konular hep gündemdeyken çok da gündeme gelmeyen bazı konularda da sıkıntılar yaşadığımız gözlenmektedir. Bunlardan biri de kayıp çocuklardır. 2007'de kaybolan 7 bin 183 çocuktan 6 bin 350'si bulunurken, 833 kayıp çocuk ise halen aranıyor. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'nın raporunda 2007 yılı sonu itibariyle aranmakta olan kayıp çocuk sayısının 833 olduğu belirtilmiştir. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'nca hazırlanan ''Kayıp Çocuklar Raporu'nda, ilgili kamu birimlerine 2007 yılında 7 bin 183 kayıp çocuk bildirimi geldiği ve yapılan çalışmalarla bunlardan 6 bin 350'sinin bulunduğu, 2007 yılı sonu itibariyle aranmakta olan kayıp çocuk sayısının ise 833 olduğu ifade edilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre bu rakamın bin 446 olduğu, kayıp çocuklar konusunda yayımlanan raporlarda sayısal farklar görülebileceği ifade edilmiştir. Bu farklılığın ''Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) bünyesinde olup kuruma dönüş yapmayan çocukların listeye dahil edilmesi'' ve ''kayıp çocuk tanımının açıkça yapılmamış olmasından'' kaynaklanabileceği belirtilmektedir.
Bir araştırmaya göre, kaybolan çocukların %18'i macera arayışı, %17'si iş arama, %15'i aile içi şiddet, %14'ü ailenin psikolojik baskısı, %10'u üvey anne-baba ilişkileri, %9'u çocuğa yönelik şiddet nedeni ile evden kaçma davranışında bulunduğu ifade edilerek, aranan kayıp çocuk sayısında İstanbul'un 253, Balıkesir'in 47, Bursa'nın 42, Ankara'nın 30 çocuk ile ilk 4 il olduğu kaydedilmiştir.
Türkiye'de ilk kez yapılan araştırma, ülke genelinde toplam 30 bin 891 çocuğun hayatını sokaklarda devam ettirdiğine dikkat çekmektedir. En çok sokak çocuğunun yaşadığı şehir olarak ise İstanbul gösterilmektedir. Buna göre, İstanbul’da sokaklarda yaşayan 30 bin 109 çocuk bulunmaktadır. Aynı araştırma, Türkiye genelinde toplam 41 bin çocuğa da zorla dilencilik yaptırıldığını ortaya koymaktadır.
UNICEF' in 2006 verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 50 bin çocuğun sokaklarda yaşamak zorunda kaldığı tahmin ediliyordu. Ancak yapılan ilk bilimsel araştırma, bu sayının tahminlerin altında kaldığını ortaya koydu. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, sokakta yaşayan ve çalışan çocukları tespit etmek için tüm valilik ve kaymakamlıklardan aldığı verileri derledi. Ortaya çıkan rakamlara göre halen 30 bini aşkın çocuk hayatını sokakta sürdürüyor. Araştırmanın ilginç yanlarından biri sokakta bulunan toplam 30 bin 891 çocuktan 30 bin 109'unun İstanbul'da yaşaması. Bu rakamlar, sokak çocuklarının yaklaşık %98'inin megakentte olduğu anlamına geliyor. Ankara'da sokakta yaşayan 20 çocuk tespit edilirken, İzmir'de sokak çocuğunun bulunmadığı ortaya çıktı.
Araştırmaya göre, sokakta çalıştırılan veya dilendirilen çocuk sayısı 41 bini aşıyor. Sokakta çalışanların 26 bini de yine İstanbul'da yaşıyor. Ankara'da 6 bin 700, Diyarbakır'da 3 bin 300, İzmir'de 420, Mersin'de 637, Van'da ise 640 çocuk sokaklarda çalıştırılıyor veya dilendiriliyor.
İnsan Hakları Başkanlığı'nın araştırmasında sokakta yaşayan veya yaşama ihtimali olan çocuklara yönelik rehabilitasyon çalışmalarına ilişkin rakamlar da ortaya konuldu. Ülke genelinde toplam 94 yetimhane veya çocuk evi bulunuyor. Bunların toplam kapasitesi bin 462. 63 yetiştirme yurdunda bin 405 çocuk kalıyor. 92 rehabilitasyon merkezinin kapasitesi de bin 303. Buna karşın Türkiye genelinde çocuklarla ilgili toplam sivil toplum kuruluşu sayısı 159.
Zorla Çalıştırılan Çocuklar; Türkiye Geneli 41.000 olup bunlar arasında İstanbul’da yaşayan 26.000, Ankara 6.700, Diyarbakır 3.300, Van 640, Mersin 637 ve İzmir’de yaşayan 420’dir.
Sokaklarda Yaşayan Çocuklar; Türkiye Geneli 30.891 olup, illere göre dağılımları İstanbul 30.109, Kocaeli 687, Eskişehir 47, Ankara 20 olarak gözükmektedir.
Bunlar dışında daha konuşacak çok konu ve rakamların olduğunu biliyorum. Özellikle son aylarda ortaya çıkan ve çocuğun ruhsal travma geçirmediği gibi absurd bir raporun Adli Tıp Kurumu tarafından verilmesiyle gündemi uzun süre meşgul eden çocukta cinsel taciz ve cinsel istismar olgularının çok fazla olduğu gözükmektedir. Çocuk istismarı her geçen gün dünyada olduğu gibi bizde de artış göstermektedir. Fziksel ve cinsel istismarın artışının önlenmesinde bir şey yapmamanın yanında istismar mağduru çocuğa da çok az yardım eli uzatılabilmesi çok dramatiktir.
Özürlü çocuklarımız ise hiç konuşmadığımız bir başka konudur. Sanki böyle bir problemimiz yokmuş gibi yaşamın devam ettiğini görmek de içimizi acıtmaktadır. Halbuki nüfusun %10’unun özürlü olması ve bunların yarısının çocuk olduğu varsaydığımızda yaklaşık 2-3 milyon çocuktan bahsettiğimiz görülecektir.
Ama bunların da ötesinde sinsice artan uyuşturucu kullanımı ve buna bağlı çocuk fuhuşu ile çocuk pornosunun yaygınlaşması da panik vericidir. Çünkü problemin küçük olduğu bugün hiç bir şey yapmadan yokmuş gibi davranmanın bedeli çok daha ağır bir fatura ile kendini gösterecektir.
Bu denli karamsar bir tablonun çocukla yanyana gelmesi aslında çok trajikomik bir durumu ortaya koymaktadır. Çocuk mutluluktur, sevinçtir ve umuttur. Ama bu tabloya baktığımızda bunları hissedemediğimiz bir durumla karşı karşıyayız.
Çocukla ilgili çalışanların dini, siyaseti alet ettiklerinde zaten kısıtlı olan olumlu aktivitelerin iyice azaldığını belirtmek gerekir. Halbuki bugün çocuk için bir şeyler yapmanın zorunluluk olduğu bir gündeyiz. Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamış bir ülke olarak bu sözleşmenin sadece bir kağıt tomarı olmadığını göstermenin en önemli yolu çocuk haklarını gerçekten yaşamda var kılabilmektir.
2009 da umutlu ve mutlu bir yıl dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder