Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Adli Tıp ve Çocuk

20 Nisan 2009

Bazen hep gözümüzün önünde olan şeyleri görmeyiz ve bir gün bir şey olur ve aa neler oluyormuş dedirtir ya işte Üzmez olayında da aynısı oldu. Yıllardan beri aynı sistemle çalışan resmi bilirkişi kurumu olan adli tıp kurumunun 2010 yılında olmamıza rağmen halen 1980 lerdeymiş gibi çalışmakta ısrar etmesinin sonuçları tek tek çıkmaya başladı.

En büyük aksama da kurullar olarak isimlendirilen yapıda gerçekleşti. Çünkü hukukta mantıklı gözüken bu yapılanma tıp gibi ihtisaslaşmanın ve uzmanlığın çok ön planda olduğu bir meslekte büyük problemler yaratmaya başladı. 

Adli tıpta konservatif yapısını 1990larda atmaya ve değişime geçme yolunda ilerlemelere başladı. Burada sadece kanun kriter alınır, mahkeme ne istiyorsa temel amaç budur gibi iki temel yanlışta ısrar edenlerin sayısı hala çok olsa da değişimler gözlenmeye başladı. Özellikle ruhsal travma belirtileri kavramına bile uzun yıllar direnç gösteren adli tıp camiası yavaş yavaş buralara gelse de eski ve yaşlı uzmanlarla eski kafalı uzmanların direnişi hep sürdü ve sürüyor. 

Çocuklar artık 20 yıl önce olduğu gibi göz ardı edilen ve küçük büyükler olarak isimlendirilen varlıklar olmadığının kabulü özellikle zor gözüküyor. Hukukçularında bununla ilgili sorunları ve ama adli tıpçıların da sorunları özellikle ön plana çıkıyor.

Kanun, cinsel istismarda ruhsal ve bedensel olarak bütünlüğünün bozulup bozulmadığı gibi bir soruyla cezayı katlamalı arttırmak gibi anlamsız bir yol seçmiş. Bu kanunun yazarken bilene danışmadan çala kalem yazanların faturası bugün uzmanlardan çıkıyor. Çok basit bir gerçek var. Cinsel istismara maruz kalan çocukta mutlaka ruhsal travma işareti görülür. Bu tartışma dışıdır. Ama bu maddeyi yazanlar kendi bildiklerinin yeterli olduğunu zannettikleri için  bu maddeyi öyle  bir yazmışlar ki sonuçta problem  problem üstüne …

Adli tıp kurumunun dışardan bakıldığı gibi bir yer olmadığı çocuk psikiyatristi olarak atanan uzmanın açıklamalarından belli. Ama anlatamadığı bir şey de adalet bakanlığının bu konuda olmaması gerektiği kadar kurumun iç işlerinde olması. Yazının başında anlattığım kurul yapılarının çarpık olmasından öte buralarda çalışanların güncel bilgilerle donanmış, bilimselliklerini ispatlamış kişiler olup olmadığının araştırılması karşımıza dehşet bir tablo çıkarıyor. Bilim buraya uzaktan yakından uğramıyor. Ama buradan çıkan raporun kesin ve doğru olduğuna yargı öylesine şartlanmış bir biçimde inanmış ve uygulamada başka şey gözetmeden yapıyor ki sonuçta yargının sonuçlarında hep problem olabiliyor. Özellikle de çocuk gibi ihtisas konularında.

Çözüm var ama bu çözümü ortaya atması ve savunması gereken adli tıp camiası bir araya gelemiyor. Bir araya gelse etkili yöntemler konusunda hep kısır davranışlarda takılıp kalıyor. Onun dışında da bir çok kişi susuyor ki kendi kişisel çıkarlarıyla çakışan bir şey olmasın. O zaman da adli tıpla hiç ilgisi olmayan hukukçular çıkıp adli tıbbı sahiplenmeye ve hakkında konuşmaya başlıyorlar. Ama vizyonları ve bilgileri yetmediğinden her şey havada ve boş kalıyor.

Bu kurumun 3 yıl başkanlığını yapmış birisi olarak yılların tortusunu kazımanın buna inanan bakanla birlikte bile yetemediğini görmüş birisiyim. Ancak kamuoyu olanları bilmediğinden ve her şey güllük gülistanlık zannettiğinden işler yürüyordu. Ama bugün artık herkes görüyor ki bilgisiz ve ilgisiz adamlarla bu iş yapılamıyor. Çünkü bilgi olmadığından bu boşluğu iltimas, kanunlara göre sonuç yazma gibi bir tıp uzmanının yapmaması gereken boyutlar alıyor.

Bu değişir mi? Bilemem ama bildiğim adli tıp uzmanlarının böyle atıl ve kendi bilgi birikimlerini arttıramayan, aktaramayan konumları sürdükçe bu bilirkişiliği başka uzmanlık dalları alacak. Bunu İngiltere bugün yaşıyor. İngiltere’de adli tıp bilirkişiliğini adli tıp uzmanları değil, diğer uzmanlık dalları yapıyor. Bizim de gidişimiz bu yönde. Bir ülkede var olan adli tıp uzmanlarının yarısı atıl ve bir şey yapmadan oturuyorsa o zaman bunu çözecek olan bu konuda sıkıntıyı çeken ve aynı zamanda işveren olan adalet bakanlığıdır. Bugün iş yükü artan, çıkan işin kalitesinin tartışıldığı, uzmanlık konusunda sıkıntı çeken adli tıp kurumuna doğru yaklaşamayan ve diğer adli tıp uzmanlarından yararlanmayı bilmeyen adalet bakanlığı ve onu temsil eden adalet bakanı, adalet sarayı ismini verdiği şatafatlı binalarla adaletin işlemesini sağlayamayacağının farkında değil ya da farkında ama vizyonu sadece buna yetiyor.

Kamuoyu iyi ki bu Üzmez olayı yaşandı da kurumun kapasitesizliğinin farkına vardı. Ama işler değişir mi. İlk kural teşhisi doğru koymaktır. Teşhiste de ilk değişim vizyon ve davranışları, tasarruflarıyla adalet bakanlığıdır. Ondan sonra adli tıp kurumu gelecektir. Çünkü adalet bakanlığı her ne kadar bağlı kuruluş dese de sanki her şeyiyle oraya bağlıymış gibi bir tutum içindedir. Bunun değişmesi gerekir. Onu da zaman gösterir. Üniversiteden yapılan atamanın başkanlıkta ne gibi değişimler yaratabileceği Adalet bakanının ona vereceği alan kadar olduğundan birinci kişi adalet bakanıdır. Bakan izin vermeden bir şey yapılamıyorsa o zaman Adalet bakanına sormak gerekir?

Burası nasıl kurtulacak?          

Hiç yorum yok: