Bugün Dünya Çocuk Günü. Bazı sorunların tartışılması ve kamuoyunda ön plana çıkabilmesi için yararlı olan uygulamalardan biri de yılın belli bir gününü bu konuya adamak. 5 Ekim’de çocuk günü olarak kabul edilmiş. Bugün birçok yerde normal günlere göre daha fazla bu konuda konuşmalar duyabilir, haberler izleyebilirsiniz. Çocuk Hakları Sözleşmesini de imzalayalı 20 yılı geçti. Dünyayla aynı anda imzaladığımız bu sözleşmeye göre çocuklar da bağımsız, ayrı bir şahsiyet. Tek başlarına bireyler. Kendi görüşleri ve uygulamalarıyla var olmaları gerek. Ama öyle mi? Bence bunu tartışmak gerek.
Sözleşme demiş ki çocuğun korunması, gelişmesi, yaşatılması ve katılımını sağlamak devletin temel işlevi ve görevidir. Devlet hadi onu başka şekilde söyleyelim bugün ülkeyi yönetenler ne yapmışlar. El attıkları sorunları çözmek için geliştirdikleri sistemlerle başka sorunları da beraber getirmişler. Örnek mi; işte size bir örnek: Son yıllarda akranlar arası şiddetin çok arttığını ve özellikle tüm dünyada olduğu gibi bizde de okullarda bunun çok yoğun yaşandığı saptanmış. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı da okullar kendine bağlı olduğundan İçişleri Bakanlığıyla ortak bir çözüm geliştirerek her okula bir polis atamış. Olumlu mu? İlk anda olumlu. Bu arada okullarda çocuklara yönelik şiddet araştırmaları yapılmasını yani sayısal verilere ulaşılabilecek akademik çalışmaları yasaklamış. Bunun mantığını açıklamak zor. Araştırma yapılacaksa onu da ben yaparım zihniyeti diyebilirim ama Milli Eğitim Bakanlığının daha geniş açılımlı bir nedeni olduğuna da inanmak istediğimi söyleyerek devam edeyim.
Her okula bir polis uygulamasının ilk olaylarından birini geçen gün medyada okudum. Habere göre okulun ön kapısında beklemekte olan bir öğrenciye neden oturuyorsun diye soran polis ben bu okulun öğrencisiyim cevabına inanmamış ve çocuğu 10 dakika boyunca kıyasıya dövmüş. Okul kapısı önünde başta öğretmenler ve müdür olmak üzere bir çok insanın izlediği bu olaya kimse müdahale etmemiş. Çocuk daha sonra yaralı olarak hastaneye götürülmüş.
Benim bu haberde anlayamadığım birkaç nokta var. Başka okulun öğrencisi olsaydı polis dövmekte haklı mı olacaktı? Bunu anlayamadım. Daha önemlisi polisin çocuğu döverek nasıl akranlar arası şiddet ve asayiş probleminin çözümüne katkısı olur?
Akranlar arası şiddet probleminin çözümünde öncelikli çözüm okullara polis yerleştirmek midir? Eğer polis ilk çözümse, bu polislerin özellikleri ne olmalıdır? Bu sorular özellikle polisin özellikleri lüks bir detay gibi gözüküyorsa çocukların problemlerinin çözüleceğine inanabilir miyiz gibi bir dolu soru sormak mümkün.
Cinsel istismar çocuğun korunmasında belki de en önemli problemler listesinde ilk sırada yer alacaktır. Bugün Yargıtay’a göre cinsel istismara maruz kalan bir çocuğun muayene raporunun geçerli sayılabilmesi için mutlaka Adli Tıp Kurumundan rapor alınması gerekmektedir. Muayene için en erken iki yıl sonrasına gün verilmesi asıl sorun gibi gözükse de burada bu muayeneyi yapabilme birikim ve yeterliliğine sahip kim vardır sorusu daha önemli bir sorudur.
Çocuklarla ilgili güzel şeylerden bahsetmeyi ben de çok istememe karşın uygulamalarda çocuğun çok önemsenmediğini bu topraklarda yaşayan ve gözlemleyenler de biliyor. Kayıp çocuklar problemini bulunamayan 3 çocuk sonrası tartışmaya başlayan ülkemizde problemler rahatsız edici boyutlara varmadıkça fark edilmiyor. Uyuşturucu problemi, çocuk seks turizmi, çocuk anneler, erkek çocukların cinsel istismarı fiili livata, çocuk askerler… Bunları hepsi önlem alınmazsa yakın gelecekte üstümüze kabus gibi çökecek.
Eğitim konusunda kız çocukların okutulması konusunda “baba beni okula gönder”ve diğer kampanyalar ile okul öncesi eğitim gibi içimize biraz us serpen girişimler var. Ancak bunların uygulamada yaygınlaşamadığını göz ardı etmeyelim.
Üstün yetenekli çocuklar, özürlü çocuklar, okula gitmemiş çocuklar, çalışan çocuklar, kayıt dışı sektördeki çocuklar bunlar da çocuklarımız ama hala biz bunları yok sayıyoruz.
Bugün sadece devlete mi yüklenmek gerekiyor. Hayır toplumun da duyarlılığının katılımcılık ve paylaşımcılık anlamında oluşmadığını görüyoruz. Yani devletin uygulamalardaki yetersizliği bir boyutsa toplumun duyarsızlığının diğer boyutu oluşturduğunu belirtelim. Bunda günümüzde sivil toplumculuğu yardımda bulunmak ve hayır yapma düzeyine indirgenmesinin de büyük payı var.
Ama şunu unutmayalım. Özellikle çocuk konusundaki girişimlerde temel çözüm toplum eğitiminden geçiyor. Yani bıkmadan ,zamana yayarak sürekli olarak toplumu belli konulara dikkat çekerek uyarmak ve çözümleri anlatmak gerek. Bizse bunu hiç yapmadan ama sadece günlük önlemlerle bir şeyler yapılmaya çalışıldığını izliyoruz. Özellikle günlük çözümlerde de baskı uygulamak ve ceza ön plana çıkıyorsa sorunların daha da büyüdüğünü izliyoruz. Buna yoksulluğun toplumsal düzeyde artışını ve işsizliğin Cumhuriyet tarihinin en büyük oranına ulaştığını da eklersek tablo çok net ortaya çıkıyor.
Çocuk konusu buna odaklanmış ve çalışan küçük bir eksim tarafından her gün tartışılıyor ama bunun topluma yaygınlaşması ve devlet ile sivil toplum işbirliğinin sağlanması da çok önemli.Ancak bunu yaparken de çocuğun siyaset üstü bir yaklaşımı hakkettiği ve siyaseti özellikle de ucuz ve ajitasyona dayalı siyaseti bir kenara bırakabilmek çok önemli. Etnik kimlikler üzerinden, dine dayalı yapılan bugünlerde çok izlediğimiz çocuk odaklı yaklaşımlardan kaçınmak gerekir. Yoksa bunun acısı yakın gelecekte çok fazla olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder