Geçtiğimiz hafta Ankara Üniversitesinde yapılan bir sempozyum bazen problem çözümleri için çalışırken Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmanın zararlı olduğunu bana bir kez daha düşündürdü.
Sempozyumun konusu “Koruyucu Aile” idi. Alanında çok deneyimli ve birikimli isimlerin katılımıyla yapıldı. Çok başarılı geçtiğini düşündüğüm bu toplantıya gitme fırsatım olamadı.
Ama bu toplantıdan hareketle korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili gelişmiş tüm ülkelerde yaygın olarak uygulanan koruyucu aile kavramını biz bugüne kadar çok tartışmadık. Sadece Hasan Gemici’nin bakanlığı Bülent İlik’in S.H.Ç.E.K. genel müdürlüğü döneminde büyük bir kampanya ile konu topluma tanıtılmaya çalışıldı ama sürdürülebilirliği olmadığı için başarılı olunamadı. Sonraki dönemlerde de hiçbir ilgili bakan ve genel müdürlük düzeyinde konu gündeme taşınmadı.
Çok özetle koruyucu aile kavramını kimsesiz çocukların talip olan ailelere verilmesi ve bu çocukların burada bakılması olarak tanımlayabiliriz. Burada belki nüans olarak bu ailelerin bu eylem için devletten belli bir aylık para almalarını ve denetlenmelerini söyleyebiliriz. Yani evlat edinmeden farklı olarak burada çocukların bu aileler tarafından nüfusa geçirilmeleri söz konusu olmamaktadır. Bunun yerine bu çocuklar aile ortamında bakılmakta ve yuva sıcaklığında diğer çocuklara yakın bir ortamda yetişebilmektedir.
Bu uygulamadaki en önemli boyutun seçilecek aileler olduğu görülmektedir. Neden? Çünkü bu aileler çocuğu para karşılığı büyütmek ve bakmak üzere almaktadırlar. Burada ailenin çocuğa bakma motivinin altında para kazanma temel etken olmadığının mutlaka belirlenmesi gerekmektedir. Çocuk bakımı masraflı bir işlemdir. Bu açıdan koruyucu ailelerin devletten çocuk bakımı için para almalarında ve burada küçük de olsa bir gelir edilmesinde bir sorun yoktur ama bu ailelerin kimler olduğunun ve hangi temel prensipler çerçevesinde seçildiğinin çok açık ve net olarak belirlenmesi gerekmektedir.
İşte temel problem burada başlamaktadır. Bu ailelerin seçilmesinden başlayarak sonrasında da çocuklara nasıl davranıldığının sürekli izlenmesi de çok önemlidir. Ama bunu kimlerin yapacağı ve hangi prensipler çerçevesinde yaptığı da çok önemlidir. Bugün var olan tek yapı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu personeli olarak gözükmektedir. Ama bugün baktığımızda S.H.Ç.E.K. personelinin kaliteden çok kayıplar verdiğini, bunun da meslek elemanları yerine başka kişilerin atanmasının ve görevde olmasından kaynaklandığını görüyoruz. Bugün S.H.Ç.E.K. personelinin konuyla ilgili bilgi ve birikiminin yeterli olduğundan şüpheliyim. Temelinde de sosyal hizmet uzmanları oranının her geçen gün personel içindeki oranının düşmesi olduğunu söyleyebilirim. Sosyal hizmet uzmanlarının kısa süreli eğitimlerle güncel bilgileri alabilmesi ve donanımı yeterli düzeye getirebilmesi mümkündür. Aldıkları eğitim ve altyapı bunu kolaylıkla sağlayabilir ama bugünün kompozisyonunda bunu sağlayabilmek kolay gözükmemektedir.
Bu konunun bugün için kilit pozisyonunda olabilecek kurumu sivil toplum kuruluşlarıdır. Sivil toplum kuruluşları günümüzde pratik uygulamada yok denecek düzeyde uygulamanın içindedirler. Halbuki sivil toplum kuruluşları bugün geçmişe göre en donanımlı ve güçlü pozisyona gelmiş olmalarına karşın uygulamada yok sayılmaktadır. Sivil toplum kuruluşları için denetleme en temel görevlerin başında gelmektedir. Denetleme yapılmadığında standardın ve şeffaflığın sağlanması mümkün değildir. Ama hiçbir sivil toplum kuruluşu üyesi bugün çocuk koruma kurumlarına giremez, çünkü yasaktır.
Yasakların faturası her gün buradaki kurumlarda yaşanan şiddet, suistimal ve çocuk fuhuşuna varan iddiaların kamuoyu gündeminde tartışılmasıdır. Bugün iktidar partisinin bir milletvekili bir yurtta yaptığı saptamalarda kayıp çocuklardan bahsederken tartışma bu çocukların durumuna değil iktidar milletvekilinin nasıl yurda girmiş olduğuna odaklanıyorsa terslik çok açık olarak kendini göstermektedir.
Demek ki bugün uygulamada el atılması gereken temel konuların başında meslek elemanlarının durumu, sayılarının ve kalitelerinin arttırılması ve sorumluluk alanlarında var olmaları gelmektedir. Hemen ardından denetim ve şeffaflığın sağlanması için sivil toplum kuruluşlarına rol verilmesinden geçmektedir. Bunlar yapılabildiğinde çözüm çalışmaları gerçekçi bir konuma gelebilecektir.
Gerçekleri görmeden sadece teorik doğruları söyleyerek hizmette iyi bir noktaya ulaşabilmek mümkün değildir. Önce karar vericilerin, sonra kamuoyunun bu konularda bilgilenmeleri ve duyarlılıkla bu konuları gündeme getirmeleri gerekmektedir. Konuyu günlük problemler düzeyinde ve ben-sen kavgasında tartışan bugünün politikacılarını özellikle sorumlu bakandan başlayarak aklı-selime davet etmek istiyorum. Çünkü demeçlerle günü kurtardığını düşünen ve PİAR taktikleriyle hareket eden bakanın tutumları problemleri her geçen gün içinden daha da çıkılmaz hale getirmektedir.
Her zaman tekrarladığım bir prensibi yinelemek istiyorum. Çocuk konusuna ve ilgili problemlere mutlaka siyasetin dışında, partiler üstü yaklaşmak gerekmektedir. Yoksa çocuklarımıza büyük zarar veririz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder