Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

26 Eylül 2010 Pazar

Sorun Çözen Değil Yaratan Sistem: SBS Denen Sınav Ucubesi

Eğitim yılı başladı ya, çocuklarımızın dillendirilmeyen sıkıntıları da beraber başladı. Aslında ilginç bir toplumuz. Herkes kendini başarı adını verdiği skorlara endekslemiş durumda. Ne demek istiyorum; Kimse öncesi ve sonrasını düşünmeden o anda elde ettiği kazanma duygusunu tatmin eden skoru  elde etmeye çalışıyor. Bu durum, büyükler dediğimiz 18 yaşın üstündekiler için özelikle Özal sonrası dönemde yaşam düsturu haline gelmişti de asıl son on yılda çocuklar için çok daha kötüsü ortaya çıktı.

SBS aslında üç harften oluşuyor ama çocukların üç yılını da siliyor. Siliyor da ne oluyor? Bu sınav cenderesini, hedefe tam puan almak için çalışmak şekline koyan çocuklar, pardon anne-babaları,  sınavın  istenilen şekilde geçmesi sonrasında bile yaşananın bir okula  girilmesi olduğunu görüyorlar.

Zaten biliyorlardı diyorsunuz ama bu üç yıl boyunca hedef olarak konulan okula girmenin hiçbir şeyi çözmediğini çünkü asıl problemin sistemin kendisinde olduğunun bilincine ulaşamadan çocuklar çocukluklarını bitiriyorlar.

Benim bu konuda çok basit bir sorum var. Şu SBS sınavı için öğrenci yetiştirmeyi okulun kalitesine ölçü olarak veren ve iyi okul tanımlamasını (?) alan okullardaki rehber öğretmenlere şunları soralım;

Haftalık ya da günlük kaç öğrenciniz size gelerek strese bağlı şikayetlerini anlatıyor?

Kaç öğrencinizde aşırı yükün getirdiği problemlerin dışa yansımasını görüyorsunuz?

Öğrencilerin kaçı teneffüslerde oyun oynuyor kaçı sınıfta kalıp ders çalışıyor?

Sınavlarda tam not alamayan, yanlış sayısı iki veya üç gibi aslında başarılı olmasına rağmen kaç öğrenci kendine kızıyor, ağlıyor veya daha kötüsü sinir krizleri geçiriyor?

Ders dışı spor, tiyatro, müzik gibi konularda periyodik olarak katılan ve bir şeyler yapmaya çalışan kaç öğrenciniz var?

Hafta sonu dershaneye gitmeyen kaç öğrenciniz var?

Bu sorular daha da uzatılabilir. Ama görünen o ki çocuklar bu anlamsız yarışta eziliyor. Burada Milli Eğitim Bakanlığı’nın yap-boza çevirdiği anlamsız müdahalelerle işin daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği sınavların kendisinden hiç bahsetmiyorum.

Benim tartıştığım, dershane haline dönen okullarda mutsuz olan ve bunun travmasını bu yaşta yaşayan, izleri ruhlarında kalan çocuklar. Çocukların sokulduğu bu amansız yarışın bitişinde kazanılan şeyin ne olduğunu kimse anlatamıyor.

Evet, birkaç okulda kaliteli öğrenim görme şansı var. Ama bu birkaç okul dışında eskiden kaliteli eğitimi yansıtan Anadolu Liseleri vardı. Şimdi bir kararla bütün liselerin adı Anadolu Lisesi oldu ama   içerikte değişen bir şey olmadı. Kalitesizlik devam ediyor.

Çocuklar eziliyor. Sadece başarıyı skor yapmak zannediyorlar. İnsan ilişkilerini daha öğrenmeden  kaybettiler. Sorun, arkadaşlıktan anlaşılanın “beraber ders çalışılan kişiler” olması. Çelişki şu ki arkadaşlar aynı zamanda çocukların en büyük rakipleri.

Yaşamlarının başlangıcını böyle yaşayan bu çocukların travmalarından kim sorumlu?

Sadece suçu Milli Eğitim Bakanlığı’na atmak kolaycılık olur. Çocuklarını yarış atı gibi görüp çalıştırmaya zorlayan, onlara çocukluklarını yaşatmayan anne-babalar daha da suçlu. Ama suçlu aramanın bir yararı yok. Bu vizyonsuzluk, bu tepkisizlik ve skordan başka değeri olmayan bir kuşağın yansıması olan bu çocukların geleceği de böyle sığ ve renksiz olacak.

Gözümüzün önünde çocuklukları yok olan bir kuşağı izleyen birisi olarak elimden üzülmekten başka şey gelmiyor.

En kötüsü de bu. 

Hiç yorum yok: