Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

29 Mayıs 2011 Pazar

Çocuk Kimdir?

Çocuk kavramının tarihsel süreci hakkında hiç bilginiz var mı?

Eski çağlardan başlayarak yakın zamana kadar yani endüstri çağına kadar (1800’lerin ortası  diyebiliriz) çocuklar küçük erişkinler sayılırlardı. Erişkinler gibi fizik güçlerinden yararlanılmak üzere çalıştırılır ama onlara göre daha değersiz kabul edilirlerdi. 

Endüstrileşme çağında insan kol gücü yerine makinanın konmasıyla çocukla ilgili görüşlerin  değişmeye başladığını görüyoruz. Çocuk bugünün yaklaşımına paralel olarak yetiştirilmesi, yatırım  yapılması gereken bir birey olarak algılanmaya başlandı. Eğitim ön plana çıktı.  

Çocuk 1900’lü yıllarda artık yetiştirilip daha çok verim alınacak bireydi. Ancak, 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Beyannamesi, insanın bir değeri olduğunu vurgulayınca genel yaklaşımda da farklı  düşünceler başladı ve o zamana kadar olmayan bir kavram gündeme geldi; yaşamın değeri, insanın değeri.

Sonraki aşama daha da somuttu. Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1989’da kabul edilmesiyle en üst  noktaya ulaşıldı. Çocuk bir bireydir ve çok değerlidir. Hatta ayrıcalıklıdır. Korunmalı, yaşatılmalı, geliştirilmeli ve görüşlerine değer verilmelidir.

Bu sözleşmenin diğer Birleşmiş Milletler dökümanlarına göre çok daha hızlı kabul görmesi ve yaygınlaşması da tüm Dünya tarafından nasıl benimsendiğini göstermesi açısından dikkati çeken bir  boyuttur.

Çocuk 18 yaşına kadar koruma çemberinde yaşaması gereken konumunu aslında tartışmasız bir  şekilde yürütürken bazı olaylar bu kavramın sorgulanmasını da gündeme getirdi. Özellikle çocukların birbirlerine yönelik uyguladıkları şiddet, kavramları alt üst etti.

İngiltere’de, 8 yaşındaki iki çocuğun 3 yaşında bir başka çocuğu demiryolları raylarına bağlamaları ve öldürmeleri herkesi yorum yapamaz duruma soktu. O yaşta ceza ehliyeti yoktu yani ne suç işlerse işlesin ceza almamalıydı. Ama işlenen suç planlı, bilinçli ve düşünülüp yapılmış bir eylemdi. Medyanın etkisi, televizyondan etkilendi diyenlerin görüşü ön plana çıkartıldı ve olayın nedeninin bu olduğu  suçlunun da medya olduğu söylenerek olayın tartışılması sonlandırıldı.

Ama bullying dediğimiz akranlar arası şiddet olaylarının şekil değiştirerek yetişkin insan davranışlarını  aratmayacak şekilde şiddet kalıplarını içermesi, acımasızlığı ve kurbanlara etkileri yaşandıkça çocuk  ne kadar masumdur düşüncesi şekillenmeye başladı.

Olaylar içinde 18 yaşın altında olup daha büyük yaştaki insanlara içinde işkence, eziyet, cinsel şiddet içeren davranışların da olduğu suçlar da gündeme geldi.

Çocuk olduğu için cezalandırmama prensibinin geçerliliği de tartışmaya açıldı.

En sonunda olan oldu ve Amerika Birleşik Devletleri’nde mahkeme 16 yaşında bir çocuğu önce ırzına geçip sonra öldurme suçu işlediği için erişkinlere uyguladığı cezayı öngördü ve bir ilki gerçekleştirerek   iki defa müebbet cezasına çarptırdı. Çocuk olduğu için farklı davranılmayacaktırın da altını çizerek bu cezayı onadı.

Şimdi düşünmeye başlayalım; Çocuk kimdir?

Sonuç olarak özellikle kriminolojik boyutta alacağı cezanın az olması nedeniyle sürekli çocuk yaşta  suçlularla karşı karşıya kalmamız, yaşanan bir gerçek. Ama öte yandan ilk başlangıç noktası olan iyi bir erişkin yetiştirmek kavramı da göz ardı edilmemeli. Ama şu anda yaşadığımız olaylar bazı şeylerin  tartışılması gerektiğini de anlatıyor.

Yoksa ilk başlangıç noktasına yani çocuk aslında daha güçsüz bir erişkindir noktasına geri döneceğiz gibi.

Yaşam ilginç.

Her şey başladığı noktaya dönüyor mu gerçekten?

Çocuk için bu sorunun cevabını bekleyip göreceğiz...  




Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

22 Mayıs 2011 Pazar

Sınavların Mali Portresi

Türkiye’de genç nüfusun yüksekliği ve eğitim çağında olanların sayısal olarak çok fazla olması,   eğitimin her aşamasında sınav olgusunu ön plana çıkarıyor.

Üniversiteye giriş sınavları, Liselere giriş sınavı, mesleğe giriş sınavları derken her yıl yaklaşık 10milyon kişinin sınava girdiği ve kaderinin belirlendiği bir ülkede yaşıyoruz.

Bu da çok büyük bir sektörün doğmasına ve dershane denilen yapıların eğitimin temel faktörü haline gelmesine neden oldu. Bu sektörde bu yıl için 4 milyar gibi inanılmaz bir para hacminin söz konusu olduğu belirtiliyor.

Abbas Güçlü’nün yazısında belirttiğine göre dershane sektörü her yıl daha da aratarak eğitim  yaşamında başrole soyunuyor ve zaten bu da 4 milyarlık hacmiyle kendini belli ediyor.    

Başka bir söyleyişle bu ülkede yaşayan her 7 kişiden birisi bu yıl sınava girecek. Rakamlar ne kadar  büyük bir kitlenin etkilendiğini gösteriyor. Çünkü çok yuvarlak bir hesapla bu sınava girenlerin aileleri de hesaplanırsa, Türkiye’nin yarısı sınavlardan etkileniyor.

Ancak, görüldüğü üzere şu anda bu sorumluluğu üstlenenler bunun altından en iyimser bakışla kalkamıyorlar. Her sınav öncesi öğrencileri ve velilerini hoplatan ve korkutan haberler çıkıyor, haksızlıklar olması olasılığı herkesin korkmasına neden oluyor.
 
Türkiye’de sınavların yükü Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin sorumluluğunda. O kadar farklı  konuda o kadar farklı sınav yapmak durumundalar ki inanılmaz. İhtisasa girmek için de buradan çıkan sınavlar belirleyici. Kamuya alınacak personelin sınavı da buradan yapılıyor.

Güçlü’nün haberine göre; Türkiye’de sınava giren aday sayısı arttıkça, sınav ekonomisini sürükleyen ÖSYM’nin gelir bütçesi de hep artıyor. ÖSYM’nin 2006’da elde ettiği 232 milyon 452 bin TL gelir, beklenenin 51 milyon 401 bin TL üzerinde bir rakam. 2007’de 163 milyon 710 bin TL gelir elde eden ÖSYM, yine beklentilerinin tam 21 milyon 87 bin TL üzerinde bir gelirle yılı kapattı. 2008 yılı için de   145 milyon 581 bin TL gelir hedefli bir bütçe yapan ÖSYM’nin yıl sonunda gelirleri 245 milyon 266 bin TL olarak gerçekleşti.

Devlet’in kurumunun yanında dershaneler hakkında da sayısal boyuta baktığımızda şu rakamlarla karşılaşıyoruz. Türkiye’de halen 4 bin 170 dershane faaliyet gösteriyor. Bunların çoğu İstanbul’da. Sayı olarak Istanbul’da 657 dershane var. Ankara’da 496 dershane ve İzmir’de de 187 dershane var.

Ödenen ücretler ise değişken, 2 binden başlıyor 4 bine kadar çıkabiliyor. Yani ülkenin yarısı bu paraları ödüyor.

Her şey bir yana sadece mali portre bile olayın hacminin ne olduğunu gösteriyor. Çocukların kaderini  bu denli etkileyen bir aşamanın hele mali portesi böyle olan bir olayda denetimden bu kadar uzak  kalması ve güven duygusu yaratamaması da çok yazık bir olay.




Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

15 Mayıs 2011 Pazar

Eğitim En Büyük Sorun Ama Hiçbir Partinin Gündeminde Yok

Eğitim önemli bir sorun. Hele nüfusunun yaklaşık yarısı eğer eğitim görme yaşındaysa, o zaman bu daha da önemli bir problem.

Bizdeki tabloya baktığımızda ilköğretimden başlayarak üniversiteye kadar inanılmaz yanlış bir  planlama ve çarpık  bir  gelişme  yaşanmakta. SBS den başlayarak bir çok sınavda sadece bir yarış var. Yarışmanın amacı bilgi ölçmek gibi gözükse de neyi ölçtüğü tam anlaşılamıyor. Geçtiğimiz yıl gibi bazı yıllarda 100’ü geçkin birinci çıkınca neyin ölçüldüğü anlaşılmıyor, çünkü sıralama amaçlı sınav gerçek amacına ulaşamıyor.

Üniversite sınavları ise daha da komik. Çünkü neyin ölçüldüğü belli değil. Açılan çok sayıda üniversite ile tabela üniversitelerinin sayısının sadece arttırıldığı saptaması dışında söylenebilecek çok fazla bir şey yok. Ama üniversite mezunu olmanın gelişmiş ülkede iş sahibi olmayla paralel yürüdüğü bir çok ülkenin aksine bizim böyle bir tabloya sahip olmayışımız çok önemli. Çünkü aranan iş gücü ağırlıklı  olarak ara eleman düzeyinde. Ama ara eleman yetiştirecek okullar yok denecek kadar az.

Dershaneler, artık butik olanlarından genel olanlarına o kadar geniş bir yelpazede dershaneye   sahibiz ki eğitim artık tamamen buraya bağımlı. Okullar bile ders yapmayı bırakıp sadece testlerle  çocuklara dershane hizmeti sunuyorlar. 

Bu çarpık durum, yapıyla ilgili olan sorunlar. İyi niyetle uğraşıp üzerinde konuşulması gereken  sorunlar.

Ancak, son dönemde şifreyle cevapların belli öğrencilere verildiği iddialarının ortaya çıkmasıyla artık iyi niyette ortadan kalkmış durumda. Artık öğrenciler de güvenlerini kaybetmiş ve geleceklerinin nasıl  belirleneceği sorusuna cevap  veremez durumdalar. 

12 Haziran’da demokrasilerin vazgeçilmezi seçim var. Seçim neden var? Toplumun sorunlarına en iyi ve doğru cevabı veren partiye oy vererek özgür idareleriyle kendileri için en iyiyi arayan seçmen için var. Ama en önemli ve başta gelen sorun için fikir yürüten kimse yok.

Eğitim, çarpıklaşmanın yanı sıra artık hizmete eşit erişimi sorgulatır durumda ama kimse bunu tartışmıyor.

Hiçbir  parti  buna  yönelik  çözüm  önermiyor.

Durum  vahim, gerçekten...             


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

8 Mayıs 2011 Pazar

Söz Küçüğün

Üç yıl boyunca Açık Radyo’da “0-18 Vurursan Kırılır” başlığıyla yaptığım ve çocuk haklarının tüm  maddelerini uzmanlarıyla gözden geçirdiğimiz bir radyo programım vardı. Bu radyo programımda rock  ve cazın sevdiğimiz örneklerine de yer vererek bir saat keyifle vakit geçirir ve karınca kararınca da  çocuk hakları konusundaki duyarlılığı arttırma çalışmalarına katkıda bulunmaya çalışırdık.

Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalayan ülkelerin ilk yapmaları gereken şeylerden biri sözleşmeyi  olabildiğince geniş kitlelere tanıtarak haberdarlık oluşturmak ve bu konuda bilinç geliştirmektir.

Bu konuda yapılanların çok da etkili olmadığı gözler önünde. Çocuk haklarının temel alanları olmasına karşın hukuk, psikoloji ve tıp son sınıf öğrencilerinin çocuk haklarını duyma oranları hala %50’lerde.   Dikkatinizi çekerim bilme demiyorum, söylediğim sadece duyma boyutu.

Profesyonel olarak bu konuda çalışacak ve son sınıf öğrencileri olmuş meslek gruplarında bile bu konudaki başarının ne durumda olduğu ortada.

Durum böyleyken çocuk haklarının 4 temel ilkesinden biri olan ve demokrasinin özünü oluşturan  katılım hakkının pratiğe çevrilmiş boyutunun güzel bir örneğinden burada bahsetmek istiyorum.
 
Bu yılın hoş etkinliklerinden birisini işi yapanların çocuklardan oluştuğu İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi'nin (ÇOÇA) “Söz Küçüğün Radyo Programı” oluşturuyor. Bu program özetle   çocukların yetişkinlere çocuk haklarını öğrettiği bir program.

Programın amacı, çocuk hakları üzerine yetişkinlerde bir farkındalık ve duyarlılık yaratmak. Çocukların hazırlayıp sunduğu programın yapım sürecinde altıncı sınıf öğrencilerinden lise son sınıf öğrencilerine kadar değişen yaşlarda 10 çocuk yer almakta. BİA haber ajansının verdiği habere göre, ekip, her ay bir kez toplanarak program konularını belirliyor ve hazırlık çalışmalarını yapıyor.

Şimdiye kadar yaptıkları programlarda davet ettikleri uzmanlara konularıyla ilgili sorular soran ve konuyu kendi bakış açılarını da katarak tartıştıkları bu programa kulak vermenizde yarar var.

Dinlemek isteyenler için;
* Söz Küçüğün Radyo Programı, her Pazartesi günü saat 16.30'da Açık Radyo'da.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

1 Mayıs 2011 Pazar

Sosyal Hizmet Uygulamalarında Yeni Trend

Sosyal Hizmetler, Dünya genelinde de her geçen gün popülerleşen bir kavram. Çünkü sosyal  hizmetlerin hedef grupları olan çocuklar ve yaşlılarla birlikte kadınlar maruz kaldıkları olaylar  karşısında en büyük desteği sosyal hizmetlerden almaktalar.

Yoksulluk ve şiddetin iki temel kavram olduğunu belirtmeliyim. Bu makro nedenlerin yanı sıra bunlara  ek olarak sokakta yaşam, madde kullanımı ve birçok başka faktorün de çok önemli olduğunu belirtmem gerekiyor.

Bu da son yıllarda gelişmiş ülkelerde sosyal hizmet modellerinin gözden geçirilmesine ve  yenilenmesine neden oluyor. Tabii bundaki çok temel bir etkenin her ülkenin, başta Amerika olmak  üzere,  ekonomik  kısıntılara gitmek zorunda kalmaları da önemli bir etken.

Ama sosyal hizmet modellerinde çok temel bir ivmenin de sadece buna bağlanması mümkün değil.  Çocuğun artık bulunduğu yerden alınıp devletin bir kurumuna götürülmesi ve burada tedaviye  alınması, bırakılan bir model olmuş vaziyette. Bu, sadece şiddet kullanarak çevresine zarar verme  potansiyeli taşıyan çocuklar ile cinsel istismara evlerinde maruz kalan çocuklara uygulanan bir yöntem  haline gelmiş. 

İkinci önemli olay da sürelerdeki kısalmalar. Bunun için çok daha etkili ve hızlı sonuç verecek  yöntemler üzerinde çok çalışılıyor. Bu yüzden de psikologların ve tedavi modellerinin çok ön plana  çıktığını gözlüyoruz. Uzun  süreli  rehabilitasyon programları yerine etkili tedavi programlarının etkili  olduğu gözleniyor.

Büyük gruplarla birlikte yapılan çalışmalar, okullarda, evlerde yani çocuğu ortamında bırakarak  yapılan calışmalara bırakmış. Bunun içinde öncelik taramalarla problemi çok gelişmeden hemen tespit  edebilmek. Başka deyişle, erken tanı çok önemli. Her olguyu tespit  edebilmek için verilen uğraşının  sonrasında çok büyük bir ekonomik faturayı da önleyeceğine inanılıyor.

Kısaca sosoyal hizmet modellerindeki bu radikal değişimi bir an önce algılayarak bizim sistemimize de adapte etmemiz zaten kısıtlı olan kaynaklarımızın doğru kullanılmasını sağlayacağını unutmamak gerekiyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Zararın Azaltılması Yönteminin Rasyonelliği

Dünya’nın globalleşmesi, herkesi ve her toplumun da birbirinden etkilenmesi sonucunu da beraber getiriyor. Özellikle olumsuz etkiler daha da çabuk yaygınlaşıyor. Şiddet bunların belki de en önemlisi.  Hemen ardına cinsel suçları eklemek gerekiyor. Sonra da madde bağımlılığı üçgeni tamamlıyor.

Bu üçgen aslında birbirlerinden çok ayrı değil. Bu yüzden de organize suç örgütlerinin odaklandığı  boyutta hep fuhuş ve madde bağımlılığının birbirine bağlı olarak birlikte yaşandığı görülüyor.

Birlikte gözüken ne; satış. Madde satışı, madde bağımlılığı dediğimizde aslında o kadar çok şeyden bahsediyoruz ki; Esrardan başlıyor eroine kadar gidiyor. Uçucu maddeler ve ektaziler, sentetikler  derken bir dolu şeyin iç içe olduğu görülüyor.

Çocukla ilgili çalışmalarda bugüne kadar pro-aktif olmayı becerememiş olmamız başımıza bir dolu  problemi de beraberinde getiriyor. O yüzden ne kadar erken başlanırsa, o kadar engellemenin  mümkün olduğunu yaşanan deneyimler gösteriyor.

Madde bağımlılığı da evden başlayan okula taşınan ve sokakta yaşanan bir olgu. Her kademesinde  müdahalenin gerektiği bir durum. Hem de çok yönlü çalışmanın, multidisipliner çalışmanın yapılması  gereken bir durum.   

Ama burada da karşımıza çıkan iyi ülke örneklerine bakmak gerekiyor.

Hollanda’da, Almanya’da uyuşturucuyla yapılan mücadelede alınan yolun dikkat çekmesi yöntemlere  de bakmayı gerektiriyor. Burada kullanılan yöntemin farklılığı bu noktaya ilgi duymamıza neden oluyor.

Zararın azaltılması yöntemi aslında son yıllarda birçok sosyal problemde kullanılmaya başlanılan bir yöntem.  

Burada amaçlanan, yeraltna inme riskini, bulaşıcılık riskini, hastalık riskini kontrol altında tutabilmek   ve gerçekci yaklaşımlarla azaltılma hedefini gerçekleştirmek.

Zararı tamamen yok etmek gerçekçi değilse, o zaman azaltabilmenin hedeflenmesi son yılların  başarılı stratejilerinden biridir. 

Çok geniş ve buraya sığmayacak kadar büyük bir konunun detaylarına girmenin yararı olmadığını  bilen birisi olarak sadece şu noktaya dikkat çekmek istiyorum; ‘sonuçların yararlı ve işlevsel olması  için doğru stratejilere ihtiyaç  vardır’.

O zaman zararın azaltılması ‘harm reduction’ yönteminin özellikle madde bağımlılığında kullanılıp  kullanılamayacağını bence tartışmanın tam zamanıdır.




Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

Çocuk Haklarının Anlamını Biliyor muyuz?

Uluslar arası sözleşmelerin Birleşmiş Miletler’in birleştiriciliğinin en büyük kanıtı olduklarını bu geçtiğimiz son yüzyıl gösterdi. Gerçekten ülkelerin tek başına var olan merkezciliğini bitiren ve ortak  haklar için birlikte hareket etmeyi amaçlayan ortak konvansiyonlar çok önem kazandı. 

Çocuk Hakları Sözleşmesi bunlar içinde en hızlı ve yaygın kabul gören sözleşme olarak    görülmektedir. Gerçekten çocukların Dünya üzerindeki durumlarının ve yaşadıkları ezilmişliğin belki  en büyük nedeni diğer gruplar gibi kendilerini savunacak güçleri olmamasından kaynaklanmaktaydı.  

Bunun çözümünün çocuklar kendilerini koruyamıyorlarsa, o zaman devletin tüm olanaklarıyla bunu  gerçekleştirmesi formülünü harekete geçirmek amacıyla Çocuk Hakları Sözleşmesi hazırlanmış ve  yürürlüğe sokulmuştur.

Türkiye, devlet olarak uluslar arası sözleşmelere ilginç bir yaklaşım göstermektedir. Tüm  sözleşmelerde ilk imza koyan ve savunan ülkelerden biri olarak ismini görebildiğimiz ülkemizin  uygulamaya gelince isminin hep en aşağılarda olması ilginç bir tezat oluşturmaktadır. 

Çocuk Hakları Sözleşmesini de ilk imzalayan ülkelerden birisi olmasına karşın Meclis’ten geçirmek  için beş yıl  beklemiş, uygulamada ise hala yürüyen bir sürecin içindedir.

Halen yürüyen süreç derken bu süreye de dikkat çekmek  isterim. Bahsettiğim süreç yirmi iki evet rakamla da yazacak olursak 22 yıldır.

Bu  22 yıl  çok  uzun  bir  süredir  organizasyon için. Bugün içinde olduğumuz tabloya bakacak olursak,    çocuklar için halen iyi bir konumdan bahsetmek çok mümkün gözükmemektedir.

Hızla aratan nüfus, göç, ekonomik kriz gibi global nedenler yanında kız çocukların yok sayıldığı bir  ortamı, dayağın gelenekselleşen disiplin yöntemi olarak kabul edilmesi ve kapalı bir toplum  olduğumuz için cinsel istismarın yaygınlığı ve de gizli kalması gibi minor olayları da katmak gerekiyor.

Dünya’da yaygınlaşan madde bağımlılığından ve fuhuş sektörünün yer altı organizasyonuyla artıyor olması gibi etkenleri de göz ardı etmemek gerekmektedir.

Sözleşmeler ancak uygulandığı zaman anlam kazanan kavramlardır. Uygulama ise çocuğun birey  olarak kabulünden başlayan bir süreçtir. Bizim bu konuda ise sınıfta kaldığımızı söylemek çok mu yanlış olur bilemiyorum ama tablonun çok da iç açıcı olmadığı görülmektedir.

Çok basit  bir soruyla ve saptamayla bu yazıyı bitirmek istiyorum;

Kaçımız Çocuk Hakları Sözleşmesini biliyor? Hatta bu soruyu duymuş diye de indirgemek mümkün.

Benim konuyla iç içe olan tıp ve hukuk öğrencilerine yaptığım ve her yıl tekrarladığım bilinirlik testinin  sonuçlarını sizinle paylaşayım.

Çocuklarla iç içe çalışan bu grubun bilme oranları %25’e çıkmıyor yani her 4 kişiden biri zorlarsanız  biliyor diyebileceğimiz Çocuk Hakları Sözleşmesini duyma oranı ise maalesef bir türlü %50’ye  ulaşmıyor.

Mesleği gereği bilme durumunda olanlar bile çocuk haklarını duymamışlar.

Zorlarsak ve iyimser olmak  istersek her iki kişiden biri duymuş diyebiliriz. 


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

Atlıkarınca

Çocuklara yönelik cinsel istismar olguları içinde en zor olgunun ensest olduğuna herkes hemfikirdir. Gerçekten aile içi cinsel istismar olgularında zor olan çocuğun yaşadığı fiziksel zarardan ziyade ruhsal  travmadır. Çünkü çocuk en yakınlarından birileri olan aile içinden, genelde baba tarafından bu olayı  yaşamıştır.

Aslında 20 yıl önce bilinmeyen yukarıdaki bu bilgi bugün için genelleşmiş ve çoğunluğun bildiği bir  bilgi olmuştur. Yani konunun artık kamuoyu tarafından biliniyor olması en azından bilinirliğin artmasını  sağlaması açısından önemlidir.

Ensest konusu Türk kamuoyu tarafından uzun süre diğer toplumlar gibi tabu kabul edilen ve o yüzden  bizde yoktur denilen bir konuydu.

Acıklı olan da bu olayı yaşayan kurbanların bu konuya yönelik bir yardım alamamalarıydı. Ancak,   genel istismar olguları kadar yardım görebilirlerdi belki ama ruhsal travma boyutunun tedavisi pek de  mümkün değildi.

Aslında şimdi de çok fazla yol aldığımızı iddia etmek mümkün değil. Evet, bu konuyla ilgili bugün  uzmanlarımız belki var ama organizasyonel açıdan hala ensest mağdurları için bir merkezimiz yok.

Bu  çok kötü gerçekten.

İstismar olgularında hukuk belki de en önemli adımların başında. Zincirin tüm halkaları iyi olsa bile  hukuksal boyut yeterli değilse, el kol bağlanıyor.

Kurbana yardım edebilseniz bile saldırganın   cezalanacağını bilemezsiniz.

Hukuğumuzda gerçekte ensest konusu sadece cinsel suçlarda ağırlaştırıcı unsur olarak geçerken  şimdi daha ağır eczaların verilebildiği bir boyuta geldi. Bu bile önemli. 

Bu hafta ensesti konu edinmemin iki önemli sebebi var. Birisi başlıktaki Atlıkarınca filmi.

Konusu ensest olan bir filmin çekilebilmiş olması bile tek başına sevindirici bir boyut. 

İkincisi cinsel suçların ağırlaştırıcılığı ile ilgili olarak ensest suçlarında cezanın arttırılması için  komisyondan karar çıkmış olması.

Bunlar, bu konuda hizmet verenleri sevindiren boyutlar.

Babamın öldüğüne ağlamayacağım kitabında, babasının kendisine yönelik cinsel yaklaşımlarını anlatan küçük kızın yıllar sonra bile hala o günleri yaşıyor olduğunu bilmek bile ensestin ne kadar  korkunç bir olay olduğunu anlatıyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Hiç Bir Partinin Gündeminde Şiddeti Önlemek İçin Bir Öneri Yok

Türkiye yeni bir seçim daha yaşamak üzere hazırlıklarını yapıyor. Sonuçları ne olursa olsun demokrasinin uygulanabildiğini göstermesi açısından çok önemli bir boyut. Ülkede olan birçok  umutsuz olayın yanında hür ve seçilmiş bir yönetimin vazgeçilmez şartı olan halkın oylarıyla seçilme  prensibinin uygulandığını görüyoruz.

Ancak, bu pembe tablonun biraz incelendiğinde, benim perspektifimden bazı sıkıntıları olduğunu  görüyorum. Bunlar nedir? Seçimlere giren partiler programlarına ülkenin önemli saydıkları sorunlarına  çözümler koyarak seçmene  bizi seçerseniz bu sorunlara çözüm bulacağız diyorlar.

Hepsinde doğal olarak ilk sırayı geçim derdi ve ekonomik açıdan sağlanacak kaynakların ne olduğu  anlatılıyor. Yoksulluğun dünyada da gelişmekte olan ülkeler için global olarak ilk sırada yer alan  problem olması, yoksulluk çözümlerinin ilk sırada yer almasını zorunlu kılıyor. Zaten eğer bu soruna  çözüm bulan parti varsa, kaynaklarını açıkladığında inandırıcı bir şekilde bunu anlatabildiğinde  seçmenden büyük oy da alacağına inanıyorum.

Ama bunun yanında yaşam kalitemizi direkt etkileyen bazı olay ve kavramların hiç gündeme gelmemesi de bireysel olarak yaşam kalitesinin pratik olarak önemli olmadığını düşündürüyor. Yani  ülkeyi yönetenler bireyin yaşam kalitesinin yükseltilmesi konusunda birşeylerin yapılması gerektiğini düşünmüyorlar.

Çok temel olaylardan bahsettiğimi daha doğrusu tek bir olaydan bahsettiğimi anlatmak istiyorum. Şiddetten kurtulmak ya da daha gerçekçi olarak şiddetin etkilerinin yaşamda azaltılmasına yönelik  hiçbir parti birşey söylemiyor. Şiddetin önlenmesine yönelik primer, sekonder ya da tersiyer boyutta yani üç kademenin hiç birine yönelik yapılan ya da çalışılmış bir plan bile yok.

Şiddetin tüm boyutlarıyla artarak yaşandığı toplumumuzda bu durum gelecek için kötü sinyaller veriyor. Çünkü eğer üzerinde düşünmüyorsanız, o zaman yok sayıyorsunuz demektir ki bu da  problemin daha da aratarak yaşanmasına neden olacaktır.

Biz bence şanslı bir toplumuz çünkü gelişmiş ülkelerin yaşadığı bazı sorunları daha hissetmiyor, aile  bağları sayesinde hala çocukları bir yere kadar koruyabiliyor ve bazı sorunlarla hala yüzleşmemiş olarak şehirlerde yaşıyoruz.   

Bunun en tipik örneği çetecilik. Hala çeteler olgusunu yaşamadık ama çok yakındır ki bu sorun  başımıza bela olacak. Çete olgusunun Amerika’da gençlerin en büyük sorunlarından birisi olduğunu hatırlatayım ve bu kayıtsızlığın faturasının da çok büyük olacağını belirteyim.

Partiler bu şiddet konusuna hiç kafa yormamaya devam ederken, seçmen de böyle bir taleple  gelmiyor. Çok daha başlangıç noktasında bir boyutu bile konuşmuyorlar; Kadın adaylar. Bu bile daha  çok başlangıçta olduğumuzu gösteriyor.

Çocuk haklarından, kadına yönelik ve aile içi şiddetten ve çocuk annelerden daha bahsetmedik bile.

Galiba eski tas eski hamam gidecek gibi her şey, öyle gözüküyor.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

Zararın Azaltılması Modelini Tartışmak

Sosyal problemleri çalışırken zaman ve toplum farklılıkları diğer bir çok konudan daha fazla ağırlığını hissettiren bir durumdur.

Özellikle şiddet çalışmaları bu değişkenlerin her zaman öne çıkartılmasını ve mutlaka göz önüne alınmasını da gerektirir. Ancak, toplumdan topluma değişkenlik gösteren sadece durum saptamasında ortaya çıkan tablo mudur yoksa, bu durum saptamasından sonra ortaya konan çözüm modelleri mi asıl sorunu oluşturur? Bence, bu durum tartışılması gereken ana problemdir.

Bu girişi yapmamın sebebi, sosyal problemlerde çözüm konusunda Dünya’da gelişmiş olan iki farklı  çözüm modellerini konuşmak istememdir. 

İlk çözüm modeli ki bu hem tarih açısından daha eskidir hem de Türkiye dahil olmak üzere Dünya üzerinde daha yaygın olarak kullanılmaktadır; Sorunu kökten bir şekilde hallederek ortadan kaldırmak.

Bu model, radikal, taraf olarak davranışı beraber getiren daha global bir boyutu içeren davranıştır. Ancak, geçen zaman bu modelin başarılı olabilme yüzdesinin düşük olduğunu ve bir problemi radikal olarak ortadan kaldırmanın sosyal açıdan çok da reel bir durum olmadığını gösterince, yeni bir ekol  olarak farklı bir çözüm modeli üstünde durulmaya başlandı.

Zararın azaltılması olarak tanımlayabileceğimiz bu modelin iyi yanı daha gerçekci olmasının yanı sıra    daha kısa sürede sonuç alınabilmesi ve bunların artı hanesine yazılabilmesidir. Ama bunun yanı sıra  ilk klasik yaklaşımın tersine düşmanla savaşmak onu yok saymak yerine problemin kabullenilmesi ve birlikte yaşamayı öğrenmek gibi  ilk modele tamamen tezat bir durumda ortaya çıkabilmektedir.

Bunun şu anda uygulanan en iyi örneği Hollanda’da uyuşturucu probleminde yaşananlardır. Daha az  tehlikeli olan maddelerin örneğin marihuananın kafelerde sertbestçe satılması, injeksiyon yapacakların temiz iğne kullanmalarının sağlanması gibi ilk bakışta yadırgatıcı ama zararın azaltılmasına yönelik  yapılan uygulamaların başarılı olduğu görülmektedir.

Ancak, buna karşı çıkanların da uyuşturucunun basit formları da olsa serbestce satılmasının gençlerde  kullanımı motive ettiği ve bu yüzden de kullanım oranlarını arttırdığını söyleyenler de vardır.

Bu konuda kesin saptamalar yapabilmek için daha erken olduğunu düşünüyorum ama zararın azaltılması felsefesine yönelik önleme modellerini bizim de tartışmaya başlamamızın gerektiğini  problem çözümlerindeki çok parlak olmayan sonuçları görünce gerekli olduğunu düşünüyorum.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

İnfantisit

İnfantisit kavramını kısaca annenin yeni doğan bebeğini öldürmesi olarak tanımlayabiliriz. Bu konu  gerçekten ilginçtir. Neden mi? Çünkü annenin bebeğini öldürmesi o kadar dramatik bir olaydır ki ilk  aşamada bunun yarattığı şaşkınlık ve inanmazlık ön plandadır.

Türkiye’de, infantisit kavramı ise konunun kendisi kadar ilginç bir geçmişe sahiptir. Çünkü infantisit, Türk Ceza Kanununda çok farklı bir biçimde yer alıyordu.

O dönemde kanun maddesi yeni doğan gayri meşru bir çocuğun aile şeref ve haysiyetini korumak için  aile bireyleri anne, baba, dede, dayı, hala gibi mensupları tarafından öldürüldüğü zaman ceza indirimi yapılır şeklindeydi. Gelişmiş hiçbir ülkede rastlanmayacak bu maddenin ayıbı daha sonra düzeltilerek   sadece annenin hamilelik sonrası hormonal dengesizlik sonucu bebeğini öldürmesi halinde ceza   ehliyetinin  olup olmadığına bakılır. Yani  sonuçta  ceza  ehliyetinin ortadan kalktığı bir durumdur.
  
İnfantisit son dönemde modern toplumlarda artarak karşımıza çıkan bir olay haline  gelmiştir. Örneğin, Almanya’da Leipzig Üniversitesi Adli Tıp Merkezinin 2006 da yaptığı araştırmada Leipzig Üniversitesi Adli Tıptan Ülrike Böhm yaklaşık 1000 vakayı araştırmıştır. 

Araştırmalar Avrupa’nın en medeni ve en gelişmiş ülkesi Almanya’da ebeveynleri tarafından öldürülen  bebeklerin sayısının gün geçtikçe arttığını ortaya koymaktadır.

Polis kayıtlarına göre, Almanya’da yılda yaklaşık 40 ile 50 arası bebek doğumdan hemen sonra annesi tarafından öldürülmektedir.  

Buna bir örnek Saksonya eyaletine bağlı Mühltroff şehrinde bir ailenin derin dondurucusunda, doğumdan hemen sonra boğularak öldürüldükleri tesbit edilen 3 bebek cesedine rastlanılmasıdır.

Suçunu itiraf eden katil anne 13 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Çocuğa yönelik şiddet olgularında en üst noktanın çocuğun öldürülmesidir. Bunun daha kötü boyutu ise yeni doğan bebeğin öldürülmesidir.

Bu, bizde olduğu gibi dünyada da çok rastlanan bir durumdur.

Görüldüğü üzere çocuk istismarının birbirinden kötü şekillerinden biri de infantisittir.

Türkiye’de de Dünya’da da hala rastlanan bir durumdur.
 
Özetle, istismar konusunda daha çok yapacak iş var. 


Kaynak gösterimi: www.0-18.org 

Şiddete Alışmak

21. yüzyıl şiddet yüzyılı. Aslında 20. yüzyılın ortalarından başlayarak artan şiddetin dozu ve yaygınlığı  artınca 1980’lerle birlikte bu kavram genelleşti. Bu genelleme doğru bir genellemeydi. Çünkü gerçekten şiddetin dozu bazen aklın sınırlarını zorlayan bir boyuta geliyordu. Ama asıl korkunç olan şiddetin en umulmadık yerde evin içinde yaşandığının keşfi oldu.

Şiddet çalışmalarının gösterdiği en büyük veri, şiddetin daha zayıfa uygulandığıydı. Gerçekten şiddeti  daha zayıf olan kadın ve çocuğun çok daha fazla yaşadığı görülmekteydi. Bu zaman içinde şiddet  çalışmalarında mağdur profilinde kadın ve çocuğun daha fazla çalışılmasına neden oldu.

Son yıllarda farkındalığın artmasıyla olaylardan daha fazla haberdar olmaya başladık diyenler kadar  olayların sayısı çok daha fazla arttı diyenlerin de olduğunu burada belirtip  şu saptamayı yapalım.

Hukuksal düzenlemelerin çok ağır cezalar öngörmesi, müdahale sistemlerinin gelişmesi ve  duyarlılığın gelişmesi olayların sayısını azaltıyor mu? 

Görünen o ki azaltmıyor. Hele son günlerde Türkiye’de yaşananlar son günlerde akılları baştan alacak  düzeyde. Neden mi? Mersin’de Muş’tan göç etmiş bir ailenin kızının sevdiği bir çocukla beraber olmak istemesinin faturası: 40 bıçak darbesi ve boğazı kesilerek ağabeyi tarafından öldürülmesi.

Bursa’da parçalara bölünmüş bir genç kız cesedinin bulunması haberi gazetelere ikinci Münevver vakası diye geçiyor.Yani bu denli vahşeti ilk kez görmüyoruz ve artık çok da şaşırmıyoruz.

Bu örnekleri arttırmak mümkün. Ama şiddetin düzeyi ya da kabul edilebilirliği neden her geçen gün artıyor? Bence bunun sorgulanması gerekiyor.

Bizim gibi okumayan, kendi öğrenmeyi çok sevmeyen toplumlarda en etkili figürlerin rol modelleri  olduğu bilinmektedir. Özellikle ülkeyi yönetenler, popüler kişiler: oyuncular, sporcuların yaptıkları hep  taklit edilen davranışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.      

O zaman bence şunu soralım: Acaba özellikle ülkeyi yönetenlerin dilinin sertliği toplumu etkiliyor mu? Bu soru bence çalışılması gereken ve üzerinde durulması gereken bir soru. Kabadayılık neden bu kadar prim yapar ve değerlidir?

Şiddet bu kadar yücelirse, nereye gideriz? Bu da bence yine sorulması gereken bir sorudur.

Kanıksamaya başlamak, alışmak...

Şiddette son noktadır.

Hızla oraya doğru gidiyoruz desem, felaket sözcülüğü mü yapmış olurum?


Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı