Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

31 Ekim 2010 Pazar

Çocuk Mahkemeleri Ne İçin Kuruldu?

Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamış her ülkede, uygulanma kriterlerinden en önemlisi yargıda çocuk lehine yapılan uygulamalardır. Bunlar içinde dikkat çekici olan ve gerçekten fark yaratacak yapı da çocuk mahkemeleridir.

Nedir çocuk mahkemeleri?

Çocuk mahkemeleri; suç işleyen çocukların yargılandığı, yargıç ve savcısının özel eğitimden geçirildiği, sosyal çalışmacının çocuğun durumu üzerine rapor vererek yargılamayı yönlendirebildiği özel  mahkemelerdir.

Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere çocuk mahkemeleri çocukların yararına olabilecek tüm önlemlerin alınmasının temel hedef olduğu bir uygulamanın yargıdaki yansımasıdır.

Neden bu kadar uzun açıklamalarla yazıya girdim. Çünkü son haftalardaki uygulamalara baktığımızda  ülkemizdeki bir çok uygulamada olduğu gibi burada da çizginin saptığını görerek içim bir kez daha  buruluyor.

Medyaya yansıyan haberlere göre son dönemin dikkat çeken iki olayının faili de çocuk  mahkemelerinde yargılanacak. Hrant Dink davasının sanığı ile Karabulut cinayetinin sanığı da çocuk mahkemelerinde yargılanacak.

Yargı hepimize lazım ve herkese gerekli ama toplum vicdanının da rahatsız olmaması çok önemli. Çocukla ilgili konularda yapılanlara, çeyrek asırdır bu işin içinde olan birisi olarak hayret ediyorum.

Aslında Türkiye’de bir çok şeyin göstermelik olarak yapılmasına şaşırmamayı öğrendim. Yetkililere bakarsanız sokak çocuklarını bugün artık sokakta göremezsiniz, şiddete maruz kalmış bir çocuk   anında istismar tanı ve tedavi merkezlerinde tedavi olmaktadır, kurum bakımı evleri aratmayan bir sıcaklıktadır ve suça itilen çocuklarda ana sorun rehabilitasyon ve topluma kazandırma ve onlar için düzenlenmiş kurumların oluşturulması değil, sadece taş atan çocukların affıdır ve bu liste böyle uzar  gider.  

Ama bazı yapılmış iyi şeyleri bu kadar istismar etmenin de kimseye yararı olmayacağını görebilmek gerekir. Çocuk mahkemeleri kanundaki gibi ülke genelinde yoksa da sayıları azımsanmayacak düzeydedir. Bu mahkemeler için gereken çocuk bürosu olarak kanunda geçen çocukla görüşme için  uzman yeterliliği olmasa da bu konuda her geçen gün yol alındığını görmekteyiz.

Bu iyi şeyleri saydım ama toplumun vicdanını rahatsız eden olgularda sanki ceza azaltmanın bir yoluymuş gibi çocuk mahkemelerine sevk etmek doğru mudur?

Bu konuda adli tıp uzmanı olarak bir konuya dikkati de çekmek isterim. Yaş tespiti için Adli Tıp Kurumuna yollanan olguların muayenesinde kullanılan kriterler acaba neye göre düzenlenmiştir? Tüm dünyada olduğu gibi karşılaştırma yönteminin temel prensip olduğu bu konuda biz gelen olgulara  hangi kriterlere göre karşılaştırıyoruz. Sadece soruyu sorarak son söz olarak şunu söylemek istiyorum.
Doğru düşüncelerin uygulamasını da doğru yapmazsak, amaca ulaşmak imkansız olur. Her şey çocuk için doğru prensiptir ama sadece çocuklar için.   

Yargılama usulüne ilişkin de mahkemenin ihtisasına göre düzenlemeler getirilmiştir. Bu farklardan birisi de Cumhuriyet Başsavcılıklarında bir çocuk bürosu kurulmasıdır. Çocuk bürosu savcıları suça sürüklenen çocuğun soruşturmasını yürütmek, çocuk hakkında acil tedbirler almak ve eğitim, iş, barınma dahil çocuğun ihtiyaç duyduğu destek hizmetlerini sağlamakla görevlidir.

2007 yılında Türkiye'deki çocuk ve çocuk ağır ceza mahkemelerine açılan davalardaki çocuk sanıkların mahkeme türüne ve yaş gruplarına göre dağılımı

2007
Çocuk mahkemesi
Çocuk ağır ceza mahkemesi
12-15 yaş arası
13412
576
16-18 yaş arası
30412
3482
Toplam
43824
4058

24 Ekim 2010 Pazar

Eğitimde Kanayan Yara Dershaneler

Eğitimde temel sorunların başında uygulama alanında görülen dershane merkezli eğitim gelmektedir. Dershaneler bugün  Üniversite sınavlarına, Anadolu ve Süper Liselere ve  seviye belirleme sınavlarına hazırlık yapan yerler konumundadır.

Son  30 yıldır süren bu sistemin özellikle son 10 yılda ve AKP , Milli Eğitim Bakanlığı’nın politikalarıyla dersaneler asıl eğitim yerleri olarak ön plana çıkmıştır.

Dershane merkezli eğitim  şu sorunlara yol açmaktadır:
- Ailelere yüksek harcamalar,
- Çocukların yaşlarının gereğini yaşayamamaları,
- Çocukların okul ve dershane arasında bocalamaları,
- Çocukların yarış ve sürekli sınav ortamına bağlı psikolojik problemler yaşamaları.

Dershane merkezli eğitimden okul merkezli eğitime geçilmelidir.

Ücretlerin Devlet tarafından saptanması ve denetim altında tutularak dershaneler kar getiren kurumlar olmaktan çıkarılmalıdır.

Öğretmenlerin ücret politikası düzenlenerek cazip  bir iş koluna dönüştürülmeli ve  kaliteli insan kaynağı oluşturulmalıdır.

Üniversiteler öğrencilerin okul başarılarına bakılarak, İngiltere’deki gibi  sınavsız öğrenci kabulü  modeline geçilmelidir.

Eğitim program içeriği düzenlenmeli, araştırma, inceleme, sorgulama, analiz ve sentez becerilerinin geliştirildiği bir program içeriği oluşturulmalıdır.

Ezbere dayalı eğitimden vazgeçilmeli, sorgulayan eğitim sistemine geçilmelidir.

Gereksiz yere ağır bilgi yüklemesinden vazgeçilmelidir. Çok kapsamlı bilgi vermek yerine bilgiye nasıl ulaşılacağının öğretildiği pratik bilgilere yönelik, kişiliğin, zekanın gelişimine yönelik müfredatlar oluşturulmalıdır.

Ulaşım zorluğu çekilen yerleşim bölgelerine, pamuk, fındık toplayan işçilerimizin çocuklarına "gezici, mobil okullar" oluşturulmalı; eğitim hizmetleri çocukların ayağına götürülmeli; taşımacı eğitimden vaz geçilmelidir. 

Bunun için "her karavan, bir sınıf" eğitim modeli uygulamaya sokulmalıdır. Ayrıca kız çocukların eğitimi konusunda özellikle doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde ağırlıklı olarak çalışılmalı ve zorunlu eğitim 11 yıla çıkarılmalıdır.

17 Ekim 2010 Pazar

Çocuklar İçin Anayasa

Yeni Anayasanın tartışıldığı şu günlerde referandumda oylanarak kabul edilen maddeler referansında çocuklar için durumun ne olduğuna bakılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum.

Referandumda oylanan maddeler içinde özellikle, 10. ve 41. maddeler çocuğu ilgilendiren maddelerdi. Kadınlar için pozitif ayrımcılığın öngörüldüğü 10. madde ile istismarın önlenmesinin önemi üzerine olan 41. maddeler çocukla ilgili olan maddeler.

Bunlara baktığımızda aslında çok da anlamlı bir değişikliğin olmadığı söylenebilir. Çünkü burada belirtilenler, boyutun 1989’dan beri var olan ve en azından kağıt üstünde kabullendiğimiz Çocuk Hakları Sözleşmesinin ilkeleri içinde zaten var.

Bugün toplam nüfusun yarısından fazlasını oluşturan kadın ve çocukların haklarının önemsenmediği bir toplumdayız desem buna itiraz edebilmek için öne sürülebilecek çok argümanın olmadığını biliyoruz. Ama  geçen  hafta  Kadın ve Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanı Kavaf, Anayasaya ilk kez çocuk hakları ile ilgili madde koyduklarını ve  çok yönlü önlem aldıklarını katıldığı bir toplantıda belirtmiş. Ancak, çocuklar açısından çok da aydınlık bir resim yok. Artan şiddet olguları, yetersiz önlemler, bilgisiz yaklaşımlar dramatik bir görüntü ortaya koyuyor. Zaten mahkemelerde, olaylara çocukların yararı açısından yaklaşımların öncelikli olmadığı da söylenebilir.

En son Mardin’de, N.C. olayındaki sonuç ve uzayan dava bunun da en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bu tip örnekleri uzatmak maalesef mümkün.  

Bu duruma başka bir açıdan bakmak daha doğru olacaktır. Türkiye, 1989’da Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzaladı. Sözleşmeyi referans yaparak revizyonlar yapmak doğru bir yaklaşımdır.
 
Çocuk için dört temel ilke olan yaşama, geliştirme, koruma ve katılım hakları vardır. Yenilik olarak sunulan maddelere baktığımızda, yasada çocuğu sadece korumacı zihniyetle değerlendirilerek olaya yaklaşıldığı görülmektedir.

Çocuğun özgür bir birey olduğu yaklaşımı tamamen göz ardı edilmektedir. Devlet çocuğa, koruması gereken bir varlıktan başka bir açıyla yaklaşmamış diyebiliriz.

Bu dört temel ilkeden katılım ve koruma hakkına yer verilmiş. Ancak, Anayasa’da, yer alması bakımından en fakiri ve hiçbir şey yapılmamış olan yaşama ve geliştirme boyutu yer almıyor. Halbuki   bunlar çok temel ilkelerdir. Çocuğun geliştirilmesi yani eğitimi ile yaşaması yani sağlığının yasa  değişikliğinde mutlaka yer almalıydı.

Dünya’da başarılı örnekler var. Çocuk haklarıyla ilgili ideal Anayasalar olan İskandinav Anayasaları çocuğu çok doğru değerlendirmiştir. Çalışmalar sırasında bunların emsal alınması ve uzman görüşlerinin değerlendirilmesi çok daha yararlı sonuçlar sağlardı.

Özetle şunun anlaşılmasında yarar var; Bugün çocuklar için yapılanlara baktığımızda iyimser olabilmenin çok zor olduğunu söyleyebiliriz.

10 Ekim 2010 Pazar

Okula Gitmeyen Kızlar, Çocuk Anneler ve Yapılamayan Çocuk Hakları Kongresi

İnsan Hakları Sözleşmesi ilk yayınlandığında tüm insanları kapsayan bir deklarasyon olarak artık hakların güvence altında olduğu düşünülmüştü. Ama geçen yıllar bu sözleşmenin tek başına yeterli olmadığını gösterdi. Yıllar içinde başka sözleşmeler de gündeme gelmeye başladı. Bunların en önemlilerinden birisi de Çocuk Hakları Sözleşmesiydi. 1989’da yayınlanan bu sözleşmeyle, imza koyan tüm ülkelerde çocukların korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve katılımı temelinde tüm hakların koruma altına alındığı görülüyordu.

Türkiye de bu sözleşmeye imza koyarak çocukların haklarını koruma altına aldığını ve bundan sorumlu olduğunu deklare etti. Ancak, aradan geçen yıllar çok da iyimser bir tabloyu çizebilmenin  mümkün olmadığını gösterdi.

Geliştirme açısından kız çocuklarının durumu çok çarpıcı bir tablo. Bu yıl çoğu kız olan 100.000   çocuğun, ilköğretim çağına geldiği halde, okula başlayamadığı görülmektedir. Bunlara bir o kadar  daha okuldan alınan ve gidemeyen çocukların da eklenmesi gerekmektedir. Bu çocukların okula   gidemediğinin altının çizilmesi gerekirken sadece konuşulup geçen bir konu boyutunda olması   yeterince dehşet yaratan durum. 

Koruma açısından baktığımızda ise çok daha dramatik bir tabloyu görüyoruz. Şiddetin insidansının artmasının yanında tiplerinin de çeşitlendiğini görüyoruz. Bugüne kadar bildiğimiz fiziksel şiddetle ilgili olayların sayısının artmasının yanı sıra özellikle cinsel şiddetle ilgili haberlerin sayısının çok daha fazla olması bu konuda nereye gittiğimiz konusunda endişe yaratıyor.

Ancak, burada dikkat çekmek istediğim boyutlardan birisi, bazı çocuk hakları ihlallerinin sanki normal bir olaymış gibi algılanıyor olması. Bunun başında da çocuk anneler ya da çocuk gelinler başlığıyla tanımlayabileceğimiz olgular geliyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğuda bu tip olayların sayısının çok fazla olması ve bu konuda olumlu bir gidişattan bahsedemiyor olmamız dehşet verici bir durum.

Yapılan bilimsel çalışmalarda gerçek rakamların çok azının ortaya konabildiğini görüyoruz. Çünkü bu  gizli kalan bir konu olarak dikkati çekiyor. Temelinde herkesin duruma razı olması geliyor. Aileler arasında gerçekleşen bu olaylarda şikayet olmadığı gibi müdahil olmak isteyenler de çevrede kötü oluyorlar. Ne sosyal hizmetler, ne sağlık görevlileri ne de polis bu konuda toplumsal engelleri ya da moda deyişle mahalle baskısını aşamıyor.

Başta belirttiğimiz okula gidemeyen kız çocuklarını ve çocuk yaşta evlendirilen kızlarımızı bir araya getirdiğimizde de sorunu ve yansımalarını görüyoruz. Ama bugüne kadar yol alamıyor olmamıza, acaba bu konuları önemsemiyor olmamız mı neden oluyor, yoksa, her geçen gün artan bu nüfusta çare üretebilmenin mümkünsüzlüğü mü? Bunu da tartışmak gerekir.         

İlk defa yapılacak olan Çocuk Hakları Kongresinin son dakikada ertelenmiş olmasının düşündürmesi gereken boyutları var. Devleti, üniversiteyi yanına alan bu dönemin iktidarının en azından karşısında olmayan hatta yakın olan ama mali sorunlarından dolayı kongreyi ertelemek zorunda kalan Çocuk Vakfı’nın neden bu duruma düştüğünün de düşünülmesi gerekir.

Yetkililerin sadece konuşarak bir şey çözemediklerini ve uzmanlar olmadan bir şey yapamayacaklarını hala bilmiyor olmalarının çıplak bir sonucu bugünkü görünümdür. Bu tablo tabii sadece son on yılın ürünü değildir ama bu boyutlara sürüklenmesinde de bu son dönem yöneticilerinin büyük payı vardır.

Bunu da görmek gerekir.

3 Ekim 2010 Pazar

Mardin’de 12 Yaşındaki N.Ç.’nin Tecavüz Davası Sonuçlandı

Türkiye bazı problemlerini çok konuşmayı ve tartışmayı sevmiyor. Cinsel suçlardaki kabarık sicili ve dosyası da bunlardan birisi. Özellikle çocuklara yönelik yapılan bu saldırıların sayısının son yıllarda artmış olmasını ve toplumsal olarak büyük bir problem oluşturduğunu görmezlikten geliyor.

Bu kanıya nereden mi vardım? Çünkü ne Devletin gündemine ne siyasi partilerin gündemine ne de toplumun gündemine yaşanan tüyler ürpertici bir olay olmadığı takdirde gelmiyor.

Şimdi bugünkü uygulamaların dünden çok daha geliştiğini ve çok daha olanakların geliştiği savunmasıyla karşılaşabiliriz ama bu olanakların ne denli yeterli olduğunu, ne kadarının kağıt üzerinden sahadaki uygulamalara geçtiğini analiz etmek gerekir. İbrenin olumsuza yakın olduğunu  hemen göreceksiniz.

Bu yaşananların temelinde bir çok neden var. Kadının değeri veya değersizliğiyle başlayan, kapalı toplum olmamızdan eğitimsizliğe uzun bir zincir olarak uzanan bu nedenleri burada tartışmayacağım. Bu konuda önlem alabilmiş, olumlu örnek oluşturacak ülkelerdeki uygulamalara baktığımızda kurbana hemen tedavi sunabilmek ve saldırgana da en ağır cezanın hemen verilmesi noktasında tavizsiz bir tutum olduğunu görüyoruz.

Cezanın caydırıcılığı dediğimizde, cezanın hem ağırlığı hem de hemen uygulanması olduğunu görüyoruz. 
     
Mardin’de yaşanan olaylar bu konuda çok açık bir örnek. Bundan 7 yıl önce Mardin’de 12 yaşında N.Ç.’nin 28 kişinin saldırısına uğraması, tecavüz yaşaması çok ibretlik bir olay. Kısaca olayı hatırlayacak olursak, 12 yaşındaki N.Ç. aralarında kamu görevlileri yani bu olaylarda güveneceğiniz kişilerin de olduğu 28 kişi tarafından farklı zamanlarda çocuğa tecavüz ettikleri ve bunu farklı zamanlarda tekrarladıkları ortaya çıktı.

Olay kısaca böyle. Net bir olay. Yapanların kim olduklarının bilindiği, küçük bir kız çocuğunun cinsel amaçlar uğruna sömürüldüğü, şiddetin kullanıldığı çok tipik bir olay. Olayın 28 kişi tarafından yapılmış olması da bir başka dehşet boyutu.

Böyle bir davada yargının hızla failler yani bu suçu işleyenler hakkında ibret olacak bir cezayı öngörmesi kamuoyunda caydırıcılığın en iyi örneğini oluşturabilecekken neler oluyor. Yorumsuz olarak aşağıda aktarayım.   

Dava ile karar ancak 7 yıl sonra çıkıyor. Gecikmiş adalet, adalet değildiri hatırlayalım. 35 duruşma yapılıyor. Halbuki suç net, yapanlar belli. Cezalara baktığımızda ise 28 sanık hakkında 8 ay ile 5 yıl arasında cezalar öngörülmüş.

Bugün 19 yaşına gelmiş olan N.Ç.’nin yaşadığı travmanın boyutlarının bu denli belirsizlik içinde nasıl arttığını başka platformlarda tartışmak üzere sadece hukuksal açıdan baktığımızda şunu söylemek gerekmektedir;

Tecavüz suçunda verilen cezalarda ciddi indirimler söz konusudur. Alıkoyma suçunun zaman aşımına uğraması cezaların azalmasına neden olmuştur.

Ayrıca, burada 15 yaşın altında çocuğun rızasının söz konusu olmadığı boyutunun nasıl değerlendirildiğine bakmak gerekir. Mağdur kendi isteğiyle gitmiş yorumunun çocuğun yaşadığı olaylarda söz konusu olmadığının bu gibi olgularda temel kriter olduğunu biliyoruz.

N.Ç’nin yaşadığı olayı duyduğumuzda kanımız donmuştu. Daha 12 yaşında olan bir kız çocuğunun Mardin gibi bir şehirde bir çok kişi tarafından cinsel obje olarak kullanılmasının yarattığı dehşet, şaşkınlığı bile bastırmıştı.

Aradan 7 yıl geçti ve mahkeme sonuçlandı. Olayı hala hatırlayanlar için mahkeme sonuçları ibretlik oldu mu ya da caydırıcı bir sonuç çıktı mı?

Yorumu sizlere bırakıyorum.