Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

11 Eylül 2010 Cumartesi

Çocuk Haklarını Gözetmeyen Bu Ülkeyi Yönetemez

22 Eylül 2008

Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalayalı 19 yıl olmasına rağmen gelinen noktanın çok iç açıcı olmadığı görülmektedir. Bu da bu durumun sürekli sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Özellikle çocuk hakları savunucularına düşen görev çok daha fazladır. Çünkü ülke sorunları denildiğinde başta politikacılar olmak üzere çocuk hakları savunucuları dışında hiç kimsenin problem olarak algılamadığı  çocuk hakları  hep gündem dışı kalmaktadır. 

Halbuki toplam nüfusun %40’ına yakınının 18 yaş altı olduğunu düşünürsek toplum mühendisliği açısından çocuk haklarının göz ardı edilmesinin çok yanlış bir politika olduğu çok açıktır.

Çocuğun gelişmesini yani eğitimini, yaşatılması yani sağlığını, korunması yani şiddetten arındırılmış bir ortamda yaşaması ve katılımını yani demokratik ortamda yaşamasının sağlanmasını temel prensipler olarak yaşama geçirmeyi yok sayan zihniyetin sonuçlarını bütün toplum çekmektedir.

AKP iktidarının sokak çocukları komisyonu kurması ilk başta, acaba ilk defa çocuklar gündeme gelecek mi, sorusunu sordurdu ise de diğer tüm eylemlerinde olduğu gibi herhangi bir planlamanın olmadığı, Başbakanın anlık çıkışı sonucu bunun yapıldığı ortaya çıktı. SHÇEK zaten çok sorunlu olan  uygulamalarını bu dönemde meslek elemanları yerine yandaşların alanda var olmaları, sıkıntıları daha da  arttırdı. 

Hakların yaşama geçmesi için iki temel noktanın olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. Bunlar; (1) Uyum yasalarının çıkartılması, (2) Toplumun bilgilenerek çocuk haklarını içselleştirmesidir.

Çocuk haklarının bilinirliği ile ilgili yapılan çalışmalarda bilinirlik düzeyinin %10’lara bile çıkmadığı ancak, duyulmuş olma oranının her 4 kişiden biri şeklinde olduğu görülmektedir. Bu konuda çalışan profesyoneller bile bu konuda bilgisizdir. Örneğin, doktorlar ve hukukçular üzerinde yapılan çalışmalarda oranların yukarıda belirtildiği gibi çıkması daha ilk adımın bile atılamamış olduğunu göstermektedir. İlköğretimde buna yönelik derslerin konulmuş olmasının olumlu yansımalarının 10 yıllık dilimde ortaya çıkmasını umarak şunu belirtmek gerekmektedir.

Korunmaya muhtaç çocukların ülkemizde kayıp çocuklar konumuna düştüğünü görmekteyiz. Sokak çocuklarının suça itilmeleri ve bir süre sonra çete elemanları olmasının yanı sıra şiddet kültürünün Başbakanın demeçlerinden başlayarak tüm toplum katmanlarında çok yoğun olarak var olması sonucu şiddet olaylarının çok arttığı bir gerçektir. Şiddet, aile içi şiddet olguları ile çocuk istismarlarını da arttırmaktadır.

Bunlara cinsel istismar olgularını da eklemek gerekir. Çünkü pedofilik olguların yanı sıra siber-şiddet olgularının da artması tüm dünyada olduğu gibi bizde de görülmektedir. Pornografik olgular ile çocuk fuhuşu olgularının hep uyuşturucuyla paralel olduğu görülmektedir. Uyuşturucu kullanımının arttığı tüm ülkelerde fuhuşun da arttığı ve çocuğa yönelik bu şiddetin de önemli yer tuttuğu görülmektedir. Çocuk fuhuşu gibi yeraltında gerçekleşen bu eylemler için ülkemizin Filipinler ve benzeri ülkeler gibi seks turizmi için anılıyor olmasına yokmuş gibi davranılması yarınlarda çok dehşetli bir tabloya davet çıkartıyor.

Eğitim konusundaki tutarsız davranışlarıyla son döneme damgasını vuran Milli Eğitim Bakanının yaptıklarının nasıl düzeltilebileceği bir başka yazı konusu ama okul öncesi eğitimden başlayarak üniversiteye kadar yanlışlıkların nesilleri olumsuz etkilediği ortada. Sadece dershaneler konusundaki inanılmaz artış bile artık okullardaki eğitimin nasıl iflas ettiğinin en önemli göstergesi.

Bunları daha birçok örnekle çoğaltmak mümkün. Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamış olmak bir sorumluluk yüklemektedir. Bunu göz ardı eden sorumlu boyutundaki herkes suç işlemektedir. Bunun hesabını toplum sormadığı sürece de bunlar yaşanacaktır. Ancak, korunmaya muhtaç çocuklar konusundaki birkaç ender doğru davranıştan birisi olan evlat edinmenin yaygınlaştırılması konusunun son dönemdeki yayınlarla kösteklenmesi geleceğin çok daha vahim olacağını gösteriyor.

Evlat edinme sisteminin, çağın gerçekleri ve Anayasa başta olmak üzere hukuk normları bir yana bırakılarak köktenci bir tavırla salt dini normlar referans alınarak yorumlanması gelecekte çok karanlık bir döneme sürüklendiğimizin işaretidir.

Görüldüğü gibi diğer konularda olduğu gibi dinin yaşamdaki tek referans olarak var olması zihniyetinin yansımalarını görmekteyiz. Halbuki Çocuk Hakları Sözleşmesi de, kadında şiddetin arındırılması da, özürlüler sözleşmesi de hepsinden öte İnsan Hakları Sözleşmesi de uygar ve çağdaş toplumlarda yaşamak için vardır. Bunlara sadece imza atmak yetmemektedir ama imzalanmışsa da yok sayabilmek mümkün değildir.
  
Ben yaptım oldu diyenlerin sorumluluklarının sadece çocuklara ve onların haklarını savunanlara değil tüm topluma karşı olduğunu unutmamalarında yarar vardır.

Hiç yorum yok: