Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

9 Eylül 2010 Perşembe

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Günü

Aile içi şiddet olgusunda en yoğun şiddete maruz kalan iki kişiden birisi kadınlar. Ötekini sizler de biliyorsunuz; çocuklar. Aile içi şiddet çalışmalarını yapanların tespit ettiği çok önemli bir olgu var. Eğer evde birisi şiddet görüyorsa, mutlaka diğeri de şiddet görüyordur. Yani evde kadın kocasından dayak yiyorsa o zaman çocuk da dayak yiyordur. Ve ilginçtir bu dayağı  sadece  evdeki dayak atan babadan değil aynı zamanda dayak yiyen anneden de yemektedir.
Bu konuda yaptığımız bir araştırma benzer bir durumu çok çarpıcı rakamlarla ortaya koymuştu.  Fatih’deki kadın sığınma evine evinde kocasından dayak yediği için sığınan kadınlarla bir çalışma yürütmüştük. Bu çalışmada merak ettiğimiz konu dayak yediği için yaşamlarının şekli değişmiş, kötü duruma düşmüş bu kadınların çocuklarını dövüp dövmediğiydi. Bu konuda yurt dışında yapılmış olan araştırmalar şiddetin bir döngü olduğunu ve erkekten kadına, oradan da çocuğa bir iletişim yöntemi olarak kullanılması şeklinde çıkıyordu. O yüzden de beklenen kadının yaşamını travmatize etmiş olan  koca dayağına rağmen yine de çocuğunu dövüyor olmasıydı. Çünkü dediğim gibi dayak iletişim yöntemi olarak kullanılmaktaydı. Ayrıca, bir model olarak görülüp problem çözme yöntemi olarak kabul edildiği için dayak beklenen sonuçtu. Ama araştırma sonucu bulduğumuz oran bizi bile şaşırtmıştı. 
Oran %92’ydi. Bir başka deyişle her 10 kadından 9’u çocuğunu dövüyordu. Sadece bir kişi dışında  bütün çocuklar annelerinden dayak yiyordu. Bu tablo da gösteriyordu ki kadına yönelik şiddet konuştuğunuz zaman kaçınılmaz olarak çocuğa yönelik şiddeti de konuşmak gerekmektedir. Etkileşim kaçınılmazdır ve çocuk bu durumdan mutlaka zarar görmektedir.
Kadına yönelik şiddet olgusunun fiziksel şiddetle sınırlanmamış olması bunun yanında cinsel şiddeti, duygusal şiddeti ve ekonomik şiddeti de içermesi konunun boyutunu çok yüksek bir noktaya getirmektedir. Burada taciz suçlarını, takip olgularını ve iş yerinde taciz olarak isimlendirilen son yıllarda çok rastlanan olguları da eklediğinizde çok büyük bir olgular zinciriyle karşı karşıya kalındığı görülecektir.
Buna karşın kadına yönelik şiddet konusunda yapılanların çok kısıtlı hatta yok denecek düzeyde olması da dramatik bir boyuttur. Çünkü şiddete maruz kalan bir kadının kaçabilmesi, dayak yediği ortamdan kurtulabilmesi için gidebileceği bir yer olması ve dayak yediği kişiye karşı güvenlikte olması gerekmektedir. Ancak Aile Koruma Kanununun çıkmış olmasına ve bu kanunda “başvuran kadının şikayeti en kısa sürede sonuçlandırılacaktır” demesine karşın bunun bugün halen çok az kişi tarafından bilinmesi, kadınların bundan haberdar olmaması yüzünden pratikte işe yaramamaktadır. Bu durumda şiddet uygulayan eşin evden uzaklaştırılması ya da kadının sığınma evine ivedi olarak yerleştirilmesi gerekmektedir. Kanun bunu söylemektedir. Ama bugün bilinmektedir ki kadın sığınma evlerinin sayısı çok düşüktür ve var olanlar da çok kısıtlı olanak ve mekana sahiptirler.
Yerel yönetimlerin temel görevleri arasında yer almasına karşın bu konuda bir şeyler yapmaya çalışan çok az sayıda belediyenin, yerel yönetimin olması da  durumu ümitsizleştirmektedir. Dünyada şiddet artışı özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde kendini göstermektedir. Bu konuda bizim  toplumumuzda  görüldüğü gibi töre cinayetleri, namus cinayetleri gibi akıl almayacak uygulamalar da vardır. Özellikle güneydoğu bölgesinde yaşananlar önlenememekte ve her gün bir başka olay gündeme gelmektedir.
Bu  konuda yol alabilmenin en önemli adımlarından birisi  bu konuda çalışan profesyonellerin özellikle hekim ve hemşireler ile hukukçuların konu hakkında bilgilenmeleridir. Çünkü böylelikle karşılarına gelen olguya doğru teşhis koyarak yardımcı olma şansları artacaktır. Bundan daha da önemli olan konu, kadınlara haklarını anlatabilecek, onlara yol gösterebilecek en iyi konumda bu meslek grubunun elemanlarının bulunmasıdır. Advocacy (destek oluşturma) çalışmalarının uzun dönemde bu şiddet olaylarının önlenmesinde önemli rolleri olacağı açıktır. İlk adımın kadının bir birey olduğunu, hakları bulunduğunu ve şiddet görmesinin kader olmadığının anlatılması gerekmektedir. 
Bu konuda daha çok yol almamız gerekmektedir. Berdelin yaşandığı, töre cinayetlerinin kaçınılmaz olduğu bir ülkede kadın haklarının öğrenilmesi ve uygulanabilmesi konusunda daha başlangıç  noktasındayız bile diyebilmek kolay olmuyor.

Hiç yorum yok: