Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

26 Aralık 2010 Pazar

Kaçırılan Çocuklar Meclis Komisyonu Taslak Raporunu Açıkladı

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda artarak karşımıza çıkan kaçırılan çocuklar problemi önem kazanmaya başladı.

Çocuk hakları ihlalleri arasında önemli yer tutan ve çocuklara karşı işlenen suçlar arasında çok önemli bir yeri olan kaçırılan ve kayıp çocuklar problemi etkisini hissettiren bir problem olmasına karşın  gerçek rakamların ortaya çıkmaması yüzünden net bir resim çekmenin mümkün olmadığını   söyleyebiliriz.
 
Son dönemde artan olaylar üzerine Meclis’te bir araştırma komisyonu kuruldu. Komisyonun başkanı  seçilen İncekara’nin aktif ve enerjik girişimleri, komisyonun etkili olmasını sağladığını düşünüyorum.

Geçen hafta ismi ''Kayıp Çocuklar Başta Olmak Üzere Çocukların Mağdur Olduğu Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi' Meclis Araştırma Komisyonu”  bir taslak rapor hazırlayarak kamuoyuyla bunu paylaştı.

Rapora göre yoksulluk, göç, eğitimsizlik, okul sorunları, aile baskısı, anne baba ayrılığı, çok çocuklu ailelerde çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamaması temel sorunları oluştururken bu problemler çocukları   ensest, aile içi şiddet,  ihmal ve istismara açık kılmaktadır.

Çocuklarla ilgili olarak raporda, ailelerin yanından ayrılan çocukların önemli bir  kısmını 15 yaşından büyük ve kız çocukları oluşturmaktadır.

Kayıp çocukların önemli bir kısmını kız çocuklarının duygusal beraberliklerinin onaylanmaması, beraber olduğu kişinin cinsel istismarı; evlenme vaadiyle kandırılması ya da fuhuş amacıyla kullanılması oluşturmaktadır.

Görüldüğü gibi kız çocukların üzerindeki baskı, ebeveynlerle yaşamı paylaşmamaları  ve bu yüzden kandırılmaya açık olmaları bu çocukların evden kaçmalarına ve başlarına bir çok problemin gelmesine   neden olmaktadır.

Çocuk kaçırma olgularında nedenlerin yaş gruplarına göre değiştiği gözlenmektedir. Yaşı küçük çocukların kaçırılma nedenleri arasında evlatlık edinme, dilendirilme gibi nedenlerin  ön plana  çıktığı  görülmektedir.

Dünyada çocuk  kaçırma nedenleri arasında organ ticareti önemli bir yer tutarken Türkiye’de bununla ilgili resmi rakamların olmadığı ve bu açıdan bizde bu tip olayın yaşanmadığı raporda  belirtilmektedir.

Taslak rapora göre çok çocuklu aileler, kendi ergenlik sorunlarını halletmeden önce anne, baba olan ailelerin çocukları, ailede şiddetli geçimsizlik, işsizlik, yoksulluk, şiddet, eğitimsizlik gibi olumsuzluklar öncelikle çocukları etkilemektedir.

Rapora göre çocukların, sıkıcı aile ortamından, dayaktan, kötü muameleden, sefaletten kurtulma hayallerine kapılması sonucu  evden kaçmalar görülmektedir.

Çocukların kendi istekleriyle evden ayrılması; çocuğun kişilik özellikleri, arkadaş ortamı, okuldaki başarısızlık, aile baskısı, anne baba ayrılığı, dede-nine gibi aile büyüklerinin yanında yaşama, başkalarının hayatına özenme, macera hevesi, büyükşehir cazibesi, para kazanma arzusu, güvensizlik gibi nedenlerden kaynaklanıyor.

Ergenlik sorunları, eksik ve yanlış cinsel bilgilendirmeler ile ensest ve taciz de çocuğu kaçmaya yönelten diğer nedenler arasında.

 Raporda, çocukların kaybolmasını önlemek için öneriler şöyle sıralanmıştır;


- Aile yapısı güçlendirilmeli, anne ve babanın sosyal yapısı yükseltilmeli,

- Ebeveynin aile içi iletişim konusunda beceri kazanması sağlanmalı,

- Ailenin ekonomik koşulları desteklenmeli,

- Çocuklar olumlu yaşam davranışları kazanmaları için desteklenmeli,

- Göç yaşayan aileler yeni yaşam yerlerine uyum sağlayabilmeleri için sosyal programlara dahil edilmeli,

- Bedensel ve ruhsal risk etmenleri olan çocuklara danışmanlık, rehberlik ve tedavi verilmeli,

- Çocukların okul durumları izlenmeli, uyum sorunu yaşayan çocukların okul sistemi içinde tutulması konusunda gerekli müdahaleler yapılmalı,

- Çocuklar duygusal beraberlikler konusunda bilinçlendirilmeli,

- Medya, olumlu rol model oluşturmayı hedeflemeli,

- İnternetin doğru kullanımı sağlanmalı.

Bu raporun da Meclis Sokak Çocukları Araştırma Komisyonunun raporu gibi raflarda tozlanmaması  dileğiyle.


Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı

19 Aralık 2010 Pazar

Çocukların Yoksulluk Nedeniyle Kobay Olarak Kullanılmaları

Yoksulluk her geçen gün Türkiye’de kendini hissettiren bir kavram. Aslında bu çok büyük bir sürpriz değil. Çünkü Dünya’da da bu konu her geçen gün daha çok tartışılmakta. Özellikle yoksulluğun çocuklara etkilerinin daha da yoğun tartışıldığını biliyoruz.

Her ne kadar son dönemde kişi başına düşen gelirin 10.000 Dolarlar düzeyinde olduğunu söyleyen bir iktidarın, bu gelir eğer doğruysa, nasıl dağıldığıyla ilgili bir şey söylemediğine dikkat çekelim. Çok söyleyecek bir şey yok. Çünkü gelir dağılımı eşitsizliğinin artan nüfusa oranından çıkan sonucun adı yoksulluk ve bunu en çok çocuklar hissediyor ve hissedecek.

Yoksulluğun çocuklar üzerindeki etkilerine baktığımızda bir çok farklı etkiyi görmek mümkün. Sokaktaki çocukları, suça itilen çocukları, beslenme sorunlarına kadar bir çok farklı olaydan bahsetmek mümkün. Bunlara çocukların para kazanabilmek için yaptıkları veya daha doğru söylemle yaptırıldıkları işleri de eklemek gerekmektedir.

İşte bunlardan birisi de çocukların ilaç deneylerinde kullanılmaları olayı. İlaç şirketleri deney yapma amacıyla para karşılığı kobaylar bularak onları kullanırken tercihlerinin ilk sırasında hep çocuklar yer almakta.

Örneğin A.B.D.’de, AIDS tedavisinde kullanılmak üzere üretilen ilaçların hazırlanma aşamasında, bebeklerin kobay olarak kullanıldığı saptanmıştır.

New York’ta, HIV virüsü taşıyan çocukların tedavi altına alındığı NY Çocuk Bakım Merkezinde, Harlem bölgesinde bulunan merkezde, 1995-2002 yılları arasında 100’den fazla çocuğun henüz sonuçları bilinmeyen HIV virüsü ilaçlarına kobay olarak kullanıldıkları ortaya çıkarılmıştır. En çok siyah ve Latin bebeklerin kobay olarak kullanıldıkları merkezde, yoksul ailelerin çocuklarının deney aracı olarak kullanıldıkları görülmüştür.

Son günlerde medyaya yansıyan haberlerde de gelişmiş ülkelerde yeni ilaçların denenme aşamaları olan fazlarda kullanılacak kobay bulunmasında büyük problemler yaşandığı görülmektedir.

Bu nedenle de Türkiye’nin de içinde bulunduğu 3. dünya ülkelerine yönelen ilaç şirketlerinin kobay olarak yoksula ailelere yöneldiği ve para karşılığı  bu deneylerde  kobay kullandığı  görülmektedir.

Kobay olarak çocukların kullanılmalarının ne tip problemler yaratacağına baktığımızda, ölümlerin, sakat bırakmaların ve genetik bozuklukların ortaya çıkma potansiyeli olması çocukların kobay olarak kullanılmamaları sonucunu getirmektedir.

Yoksulluk görüldüğü üzere bir çok problemin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kobay olarak kullanılmanın hiç aklımıza gelmeyecek ciddi sonuçları olabileceğini unutmamakta yarar bulunmaktadır.


Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı

12 Aralık 2010 Pazar

Eğitimde Sonunculuğumuzu Belgeleyen Bir Başka Araştırma Daha...

Aslında bu haftanın gündeminde Meclis’in alt komisyonunda kabul edilen silah kullanımının  kolaylaştırılması ile öğrencilerin Dünya’nın her tarafında yaptıkları yumurta atarak protesto etmelerinin  sanki bir terör olayı gibi  politikacılar tarafından sunulması olayları vardı.


Ancak, her zaman olduğu gibi eğitim konusunda yaşananların trajik boyutu bu haftayı da eğitime ayırma mecburiyeti yarattı. Milli Eğitim Bakanı’nın hangi çalışma sonunda sınavları kaldıracağız notlarına göre akademik liseye giremeyenler de meslek lisesine girecek demeçlerini çok da önemsemedim. Burada önemsediğim tek boyut bizim gibi ülkelerde çok önemli olan teknik elemanı yetiştiren meslek liselerinin sanki başarısızların okuyacağı bir yer olarak göstermesi oldu. Kendisi ne kadar farkında bilmiyorum ama söylemleriyle meslek elemanı olmayı düşünen bir çok gencin bu fikirlerinden vazgeçtiği ve kendilerini başarısız olarak damgalatmak istemediklerini görüyorum. 

OECD kapsamındaki 35 ülkeyi içine alacak şekilde yapılan PISA (Programme for International Student Assesment) isimli bir araştırmanın sonuçlarına göre öğrencilerin bilgi düzeyi sondan 2. gelmekte.

Uluslararası Öğrenci Değerleme Programı olarak tercüme edebileceğimiz bu  araştırmada her 3 yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin bilgi düzeyi değerlendiriliyor. Fen-matematik ve okuma alanlarında yapılan bu ölçme her ülkedeki öğrencilerin bilgi düzeyini araştırıyor.

Güngör Uras’ın Milliyet’teki  köşesinde yer verdiği sonuçlara göre tablo şöyle;

- Fen/Bilim’de en yüksek puan 575, en düşük puan 415, Türkiye 454 puan ile sondan 2’nci,
- Matematik’te en yüksek puan 600, en düşük puan 415, Türkiye 445 puan ile sondan 2’nci,
- Okuma/Anlama’da en yüksek puan 556, en düşük puan 314, OECD ortalaması 493, Türkiye 464 puan ile sondan 3’üncü.


Bu sonuçları görünce, SBS (Seviye Belirleme Sınavı) ucubesine sıkışmış Milli Eğitim Bakanlığı’na  sormak gerekiyor. Bizim gibi genç nufusa sahip bir ülkede eğer bu gençliği doğru şekilde eğitemez, onları doğru yönlendiremezsek, o zaman kısa bir süre sonra yaşanacak olayları nasıl önleyeceğiz?

Yaşanacak şiddetin, anarşinin tohumlarının, şimdiden bu organizasyon bozukluklarına bağlı  oluştuğunu görmemek mümkün mü?

Eğer etkilenen bizler olmasak, o zaman sadece vizyonu olmayan politikacılar deyip geçeceğiz ama toplumu en çok etkileyen faktörlerden birisi eğitimdeki başarısızlığımız. Dünümüzü, bugünü ama en çok da yarını etkileyecek.

Durumun farkında olan hala sadece bir avuç kişi...


Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı


5 Aralık 2010 Pazar

Seviye Belirleme Sınavı ve Zigzaglar

Bu hafta  yine bir skandal  haberi televizyon ve gazetelerde görünce yönetilemiyor olduğumuza bir kez daha inandım. Bu yönetilememe sendromu özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın uygulamalarında daha da öne çıkıyor.

Hangi birinden başlamak gerekiyor bilemiyorum ama son haftaki yedinci sınıf öğrencilerinin SBS  sınavına girme kararı herhalde skandal ötesi bir durum.

Bu çocukların yaşadıkları travma sadece sekizinci sınıfa yöneldiğinde daha da mantıklı olabileceği  düşüncesi herkes tarafından kabul görmüştü.

Aslında bu tip sınavlar dünyanın bir çok ülkesinde artık kaçınılmaz olarak var. Özellikle Japonya bu konuda çok sayıda sınavın yaşanması sürecini yoğun olarak yaşıyor. Bu durumun kaçınılmaz olduğu ve başka şekilde yüksek öğrenim sürecinin çözülemeyeceği Japonya’da tüm otoriteler tarafından kabul edilmekte.

Finlandiya bugün Dünya’da eğitimin en iyi uygulandığı ülke olarak kabul edilmekte ve eğitim sisteminde bu tip sınavların yapılmadığını belirtelim. Finlandiya’da insan kaynağının bu denli üst düzeyde olması eğitimin sonucu.

Ama asıl unutulmaması gereken konunun nüfus sorunu olduğunu belirtmek gerekir. Nüfus arttıkça  genç nüfusun öğretime yerleştirilmesi de problem olarak karşımıza gelmekte.

Bu durumda da her eve 3 çocuk diyen bir Başbakana sahip olmak önemli bir dezavantaj, çünkü  nüfus planlaması ile o kadar  çok çözülebilecek sorun olmasına karşın geleceğe yönelik projeksiyonlarda  tam tersi bir politika izlenmesi gelecekte eğitimde çok daha artan problemlerle kaşı karşıya kalacağımızı gösteriyor.

Bu çığ gibi artan sorunlara bir de yönetimsel olarak eklenen beceriksizliklerle çocuklara yansıyan travmanın şiddeti daha da yoğunlaşmakta.

Bu son dönemde çocuklar sosyal anlamda gelişme kaydedemedikleri bir dönemde yaşıyorlar. İletişimin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini bilmedikleri için hepsi de yalnızlık yaşıyorlar. Çocukluk denilen en keyifli dönemin ne olduğunu bile bilmiyorlar.

Hep şunu düşünüyorum; bu SBS denilen sınav ucubesi için çocuklarımızı harcamaya değer mi?   

Bu soruyu Mili Eğitim Bakanlığı’nda başta Bakan olmak üzere diğer bürokratlar hiç kendilerine sordular mı, çok merak ediyorum.


Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı