Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

26 Aralık 2011 Pazartesi

Çocuklarımızın da Söz Hakkı Var: Çocukta Katılım Hakkı


Bir yılı daha deviriyoruz. Bu yıla baktığımızda her geçen yıl gibi iyi şeyler de kötü şeyler de vardı. Çocuklar adına birçok konuda yapılanlar vardı ama çocuk hakları perspektifinden baktığımızda katılım hakkı adına hiçe yakın aktivitenin olması, ümitlerimizi biraz kırıyor.

Bu açıdan çocuk hakları kavramını ve özellikle katılım hakkının ne olduğunu hatırlamakta fayda var.

Türkiye’nin de imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesiyle birlikte çocuklar için yeni bir dönem  başlamıştır. Bugün Dünya’nın tümüne yakınında yaşayan insanlar ve devletler çocukları hakları olan bir birey olarak kabul edeceklerini garanti etmişlerdir.  

Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1989 da imzalanması ve tüm Dünya’da kabul edilmesinden beri bu konudaki en önemli referans, Sözleşmedir. Bu Sözleşmenin de 4 temel kavramı olan çocuğun korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve katılımıdır.

Bugün sağlığı, eğitimi, şiddetten korunması ile ilgili yapılanların çocuk politikaları açısından  değerlendirilmesi ve bu vizyonla bakılması gerekmektedir. 

Çocuk haklarının temel prensiplerinin başında çocukların da yetişkin insanlar gibi haklara sahip olduklarının vurgulanması gelmektedir. Çocukların da yetişkinlerde olduğu gibi görüşlerini ifade etme özgürlüğü, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü ve dernek kurma özgürlüklerinin bulunmasına vurgu yapılmaktadır. Pratikte farklı toplumlarda bazı geleneksel uygulamaların, kültürel yapıların engel yaratabileceği de gözlenmiştir.

Katılım hakkının en yoğun ve etkili yaşanacağı ilk ortam çocuğun en çok vakit geçirdiği ortam olan ailesidir. Aile ortamında katılım hakkının yaşama geçmesi için çocuğun aile içindeki kişisel hak ve özgürlüklerinin bilinmesi ve uygulanması önemlidir.

Çünkü çocuk geleneksel olarak ailenin bağımlı, görünmez ve edilgen bireyi olarak kabul edilmektedir. Bu, ülkemiz için de geçerli bir durumdur. Çocuğun bir birey olarak kabul edilmesi, görüşünün alınması  ancak çok yakın zamanda gerçekleşen bir durumdur.

Diyalog, uzlaşma ve katılım yöntemlerinin kullanımı ile çocuk aile ortamında görüşlerini açıklama konumuna yükselebilmiştir. Aile ortamının demokrasinin ilk uygulama alanı olabilmesi, o toplumun demokratik yönetimi için en önemli adımlardan birisini oluşturacaktır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

18 Aralık 2011 Pazar

Siber Şiddete ve Akranlar Arası Şiddete Dikkat


Çocuk  kavramının yaşamımıza girmesinin miladı olan 17. yüzyıldan bugüne köprünün altından çok sular aktı. İlk zamanlarda sadece sağlığının yeterli olması ve  işgücü için sağlam bir  insan olması tek hedefken bugün yetişkin bir insan kadar hatta daha fazla boyutta irdelenen bir konuma sahip.

Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabulu, bilinirliğinin artmasıyla daha çok tartıştığımız bir boyuta ulaştı.

Şiddet ise eskiden beri var olan ve her dönemde olduğu gibi problem sıralamasında birinciliğimi her  zaman koruyan bir  başlık. Ama değişen, şiddetin türü.

Zaman ilerledikçe teknolojiyle beraber uygulanan şiddetin türü değişiyor ya da  eskiden çok farkında  olmadığımız şiddet türlerinin farkına varıyoruz. 

Özellikle iki tip şiddetin her geçen gün daha da önplana geldiği görülmektedir; Akranlar arası şiddet, Siber  şiddet.

Akranlar arası şiddet, aslında hep var olmuş olan ama bizim ancak son on yılda tartışmaya başladığımız bir konu. Neden sadece 10 yıldır tartışıyoruzun cevabı ise çocukların artık bıçak ya da  tabancayla tanışmış olmaları. Daha eski zamanlarda da akranlar arası şiddet hep vardı.

Fiziksel olarak daha güçlü olan ve problemli çocukların kendilerinden daha güçsüz çocuklara şiddet  uygulamaları hep var olan bir şiddet türüydü ama sonuçta yaralama ya da fiziksel zarar az  olduğundan çok dikkati çekmezdi. Ama ne zaman okullara bıçak girdi, çocuklar silahla tanıştı o zaman  olayların sonu da ciddi yaralama ya da ölümle sonuçlanır  oldu.

Ama bu durum gözümüzü sadece bu tip olaylara açmamıza neden olmamalı. Çünkü çocukların aralarında yaşadığı bu şiddet o denli ağır ve kalıcı hasarlar yaratıyor ki, akranlar arası şiddet olgusuna,  idarelere yansıyan olaylar olmasa da mutlaka eğilinmeli ve hem öğretmenlere hem de öğrencilere  yönelik koruyucu programlar oluşturulmalı.

Diğer problem ise siber şiddet. Son dönemin her geçen gün artan boyutlu problemi. Cep telefonları artık günlük yaşamın en önemli aracı. Özellikle adolesan çağdaki çocuklar için. Internet ise iletişimin artık olmazsa olmazı ve gençlerin iletişim için kullandığı tek araç.

Konu her geçen gün öylesine çetrefilleşiyor ki bu konuda alınacak önlemler sadece tek yönlü ve kısa  dönemli olamayacak kadar büyük bir problemle karşı karşıyayız. O yüzden de bu probleme çok yönlü yaklaşım ilk atmamız gereken adım.

Görüldüğü üzere karşımızda iki büyük sorun var. Sinsice artan ve kendini hissettirmeden tehlikeli olan bir problem diziniyle karşı karşıyayız.

Çözüm için oturup düşünmeli ve ciddi önlemlere doğru yol almalıyız.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

11 Aralık 2011 Pazar

İnsan Hakları ve Çocuk Hakları


Bu hafta İnsan Hakları Haftası. 10 Aralık’ta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 63. yıldönümü kutluyoruz. Görüldüğü gibi uzun ve bir çok kavramın yerleşik boyuta dönüşebileceği kadar uzun bir zaman geçmesine rağmen hakların hala ihlallerinin sıklıkla yaşandığı bir dünyada olduğumuz gözüküyor.

Çocuklar ve kadınların haklar açısından en şanssız grupların başında geldiğini ise biz değil tarih ve rakamlar söylüyor. Her ne kadar İnsan Hakları Sözleşmesinin var olsa da daha odaklı ve küçük gruplara yönelik olarak ortaya konan sözleşmelerin ne kadar koruyucu olduğu tartışılır.

Kadınlar için CEDAW, çocuklar için Çocuk Hakları Sözleşmelerinin kabulu bir devrim de olsa tek başlarına koruyucu olabildiklerini söylemek çok mümkün değil.
 
Özellikle çocuklar için bir çok rakamdan bahsedilebilinir ama insan hakları haftasında İnsan Hakları Vakfının yayınladığı rakamların dikkat çekiciliği konuyu suça sürüklenen çocuklara yöneltiyor.

Vakfın raporuna göre;

2011 yılında cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. 30 Nisan 2011 itibariyle bu rakam 124.074’e ulaşmıştır. Mahpusların 53.796’sı tutuklu, 70.278’i hükümlüdür.

Çocuk mahpusların sayısı 2290’dır. Bunların 2072’si tutuklu, 218’i hükümlüdür. Yetişkin mahpuslarda tutuklu oranı %42.4 iken, çocuk mahpuslarda tutuklu oranı %90.4’tür.

Bu rakamlar çok irkiltici ve düşündürücüdür. Çünkü çocukların rehabilitasyonunu adalet sisteminde ön plana almamız gerekirken tam tersi cezalandırmanın ön planda geldiğini gösteren bir resmi ortaya  koymaktadır.

Son olarak gündemde büyük yer alan ama olumlu sonuçlar yerine öldürme ve şiddet olgularının arttığı görülen aile içi şiddet olgularında çarpıcı bir istatistiği buraya almak istiyorum.

Rapora göre 2011 yılında her gün ortalama 3 kadın öldürülmüştür.

Bunun öncelikli çözümü halen ele alınmayan sığınma evleridir. Adına ne derseniz deyin ama bu evlerin sayısı çoğalmazsa, diğer tüm tedbirler sadece palyatif ve etkisiz kalacaktır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

5 Aralık 2011 Pazartesi

Korunmaya Muhtaç Çocuklar Tanımı Değişti mi?


Korunmaya muhtaç çocuklar tanımı değişti mi sorusunu sormak ihtiyacını radyoda Diyarbakır Valisi’nin demecini dinledikten sonra duydum. Haberde bundan sonra gösteriye katılan çocukların ailelerinin   yanından alınacağı ve kurum bakımına alınacağı belirtiliyordu.

Son yıllarda özellikle siyasi amaçlarla çocukların kullanımından da onları kullanarak çocuk  sektöründen kendilerine kariyer yapıyor gözüken ama aslında gizli amaçlarına hizmet edenlerden nefret ettiğimi bilenler biliyor da bilmeyenlere bir kez daha söyleyeyim.

Ancak, bu haberi dinlerken amaçtan sapma duygumu önleyemediğimi de belirteyim. Evet, siyaseten  kullanılması bir çocuk için çok kötü ama bunun karşılığı o çocukları ailelerinin yanından alıp kurum  bakımına vermek çok mu iyi birşey.

Biraz kafamın karıştığını itiraf edeyim. Bugün korunmaya muhtaç çocuklar deyince gizli ekonomik kriz  diye isimlendirdiğim ve özellikle alt sosyo-ekonomik düzeyde herkesin etkilendiği bir ortamda aile planlamasının da terk edildiğini düşününce, zaten büyük sorunlarla boğuştuğumuz ortada.

Çocuk  gelinlerin ancak televizyon dizisiyle toplum dikkatine gelebildiği bir toplumda yaşadığımın tabii ki farkındayım ama yine de dünle karşılaştırınca en azından haberdarlık konusunda biraz yol  aldığımızı söyleyebilirim.

Yani insanlar sadece kendi çocuklarını değil, diğer dedikleri çocukları da artık biliyorlar, onlar için birşey yapmasalar da en azından haberdarlar.

Ama taş atan çocukları ailelerinden aldığımızda o çocuklarımızı ön saflara gönderen militanlar gibi  çocuklara yarar değil sadece zarar veriyor olmaz mıyız? Çünkü çocukların rızasının aranmayacağı  izlenimini aldığım bu haberde  çocuklar arada ezilmeyecekler mi?

Gördüğünüz gibi bir dolu soruyu sorduracak bir uygulama. Problemin çözümüne ne kadar hizmet eder  bilmiyorum ama korunmaya muhtaç çocukların büyük fotoğrafına hizmet etmeyeceğini biliyorum.

Suça itilen çocuklar için Adalet Bakanlığı’nın yapmadıklarını daha tartışmaya açamazken böyle bir  sorunu tartışacak olmamız bence en hafif deyimiyle şanssızlık.

Bence bu karar üzerinde düşünülmesi ve bir kez daha değerlendirilmesi gereken bir karar.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

28 Kasım 2011 Pazartesi

Aile İçi Şiddette Kadın ve Çocuğun Yeri


Şiddetin son yüzyıla damgasını vurduğunu biliyoruz. Özellikle de aile içindeki şiddetin farkındalığının  artmasının yanı sıra yaşanan olayların da çok daha fazla olması problemi artık görmezden gelinemez duruma getirmiştir. O yüzden de ilk defa kamuoyunda yöneticilerin de başını çektiği bir kampanya  boyutuna dönüşmüştür. Yeni kanun tasarısından başlayarak Avrupa Sözleşmesi’nin Meclis’ten  geçirilmesinin yanı sıra Başbakan’ın ilk imzacı olduğu deklarasyonların yayınlanması da kamuoyunun  dikkatini bir nebze de olsa bu olaya çekmiştir.

Özellikle son dönemde öldürmeyle sonuçlanan kadına yönelik şiddet olguları dikkat çekici boyuttadır.  Silah kullanımının artışı, silaha ulaşabilirliğin kolaylaşması bunu tetikleyen en önemli faktörlerden birisidir. Bunun yanı sıra kanunların caydırıcılığının yeterli düzeyde olmaması da önemli bir faktördür.

Bunlara ek olarak şiddete maruz kalan kadının alabileceği hizmetin çok sınırlı olması da çok önemli  bir boyuttur. Çünkü şiddete maruz kalan ve ortamdan uzaklaşmak isteyen kadının gidebileceği yer  yok denecek düzeydedir.

Sığınma evlerinin sayıları çok yetersizdir. Bunların hemen açılması gerekirken Bakanlık’ın bu  konudaki çalışmalarının sınırlı olması dikkat çekicidir. Önceliğin bu konuya verilmemesi de düşündürücüdür.  
  
Ayrıca, bu konuda çalışan profesyonellerin özellikle polis ve jandarmanın ve yargı mensuplarının bu  konuda bilgilenmeleri ve bilinçlenmeleri çok önemlidir. Pratikte yaşanan, kadın şiddet görüyorsa,  öncelik onun tedavisi ve kadın lehine yapılacak müdahalelerden olaya kurumun yani ailenin  korunması zihniyetiyle yaklaşımların çok fazla olmasıdır. Bu yaklaşım, pratikte olayların  sonuçlanmasını  engellemektedir.

Çocuklar da kadınlar kadar şiddet riskini hatta daha da fazla yaşayan grubu oluşturduklarını da unutmamak gerekmektedir.

Yapılan çalışmalarda şiddet gören kadınların çocuklarına şiddet uygulamaları sıklıkla görülen bir  davranıştır.  

Tüm bu tablo göstermektedir ki yapılması gerekenler, önlem alınması, olaya müdahalede yeterlilikle  başlar, hem bu konuda çalışanların hem de toplumun haberdar edilmesine kadar uzanır.

Yapılanlara baktığımızda ise kanunlarla ilgili hem uluslar arası sözleşmeler boyutunda hem de kanun  boyutunda önemli adımlar atılmaktadır.

Toplum farkındalığı özellikle yönetenler düzeyindeki katılımlarla arttırılmaya çalışılmaktadır. İmzaya açılan deklarasyonun, Başbakan ve  Meclis Başkanıyla başlayarak imzalanması da önemlidir.

Yapılmayanlara baktığımızda ise önlemede çok kilit pozisyon olan sığınma evleri için hiç adım  atılmıyor olması dikkat çekmektedir. Yerel yönetimlerin ve Bakanlık’ın acil bunları açması gerekirken açılanlar değil kapananlar haber olmaktadır.

Yargı mensupları ve kolluk gücüne yönelik eğitimin de bu olaylardaki verimi arttırması açısından  büyük önemi vardır.

Bu sırada çocuklara yönelik şiddetin hiç gündeme gelmiyor olması da düşündürücüdür.

Bu tabloya müdahale etmek için aktif bir bakan ve duyarlı bir kamuoyu bulunmaktadır. Yani ortam vardır ama stratejinin doğru yapılmasına gerek bulunmaktadır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org


19 Kasım 2011 Cumartesi

Çocuk Hakları Ve Çocuğa Saygı


20 Kasım günü herkes çocuk haklarını bir kez daha hatırlıyor. Aslında bu cümle biraz iyimser bir cümle oldu. Çünkü herkes hatırlamıyor, sadece konula ilgili olanlar çocuk haklarını hatırlatabilmek için  etkinlikler düzenliyorlar. Medyanın da diğer günlere göre birazcık daha fazla yer vermesiyle konu biraz daha gündeme geliyor.   

Çocuk hakları günümüzde haklarını herkesin aradığı bir ortamda göreceli olarak varlığını herkesin kabul ettiği ve bu açıdan sanki olumlu bir çerçevenin varlığından konuşulabilecek bir konu.

Ama pratiğine baktığımızda bunun gerçekleşmediğini görmekteyiz. Bunun gerçekleşmemesinde de  çok temel bir neden var; çocuğa saygı duymamak.

Saygı nasıl başlar? Onu kabul ederek, başka bir deyişle klişeleşmiş de olsa önemli bir cümle olduğu  için tekrarlayalım, yani çocuğun birey olduğunu kabul ederek başlar. 

Biz çocuğu birey olarak kabul ediyor muyuz? Evet, kağıt üstünde ediyoruz ki çocuk hakları sözleşmesine imza koyup kabul ettiğimizi beyan etmişiz.

Yaşama ne kadarı yansıtılıyor bu tartışılır ama ana soru yine aynı. Çocuğa saygı duymamak.

Saygımız olsa ne diyor diye dinleyeceğiz, neden yapıyor diye düşüneceğiz, neler yapıyor diye seyredeceğiz. Halbuki biz ne yapıyoruz, baştan her konuda sınırları belirlenmiş bir alanı çiziyor ve  sadece bu alanda var olabilirsin ve sadece şu ve bu hareketleri yapabilirsin diyoruz.

Sabrımız çocuk önden yürüsün hata yaparsa ben arkadan gelip onu düzeltirim demeye bile yetmiyor. Hep ben önden giderim, sen de beni arkamdan izlersin mantığıyla yaşıyor ve çocuklarımızı büyütüyoruz.

Bu yüzden de çocuk haklarının en temel prensibi olan katkılım hep gündemin dışında kalıyor, önemsenmiyor hatta bilinmiyor.

Ama katılım olmadan demokrasi olmuyor. Çok seslilik olmuyor. Sadece dayatılan kurallarla yaşam sürüyor. 

Biz de şaşırıyoruz neden çocuklar yaşadıkları sorunlarda hep kavga ediyorlar ya da tam tersi haklarını aramak için neden hiçbiri konuşmuyor ya da neden hiç iletişimleri yok, sadece bilgisayarlarına gömülmüşler ve tek hecelerden kurulu sözcüklerin dünyasında yaşıyorlar diye?


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

17 Kasım 2011 Perşembe

Aile İçi Şiddet Olgularının Kaydını Tutmak



Ülkemizde özellikle sosyal problemlerle ilgili çalışmaların planlanması için en önemli kriter olan  sayısal verilerin yakın zamana kadar hiç olmadığını bilmekteyiz. İlk çocuk istismarı çalışmalarına başladığımız 1988  yılında, kayıtlı vakaların sıfır gibi çarpıcı olması çok önemli bir durumdu.

Neden önemliydi? Çünkü bu olayla ilgili çalışan profesyonellerin yetersiz bilgisi ve/veya ilgisi olduğunu  göstermekteydi. Demek ki ilk yapılması gereken, bu konuda çalışan profesyonellerin bilgilendirilmesi  ve sonrasında da duyarlılığa ulaşmasını sağlamaktır.

Son yıllarda sıfır vaka kaydından artık sayısal verilere ulaşabilme noktasına gelindiği görülmektedir. Bu konuda ilk başvuru noktası olan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün resmi kayıtları, Şubat 2010-Ağustos 2011 arasındaki 19 ayda, 78 bin 488 aile içi şiddet vakası yaşandığını göstermektedir.

Bunu farklı şekillerde okumak  mümkün. Örneğin, sayılar bize, kayıtlara geçen haliyle, 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının yaşandığı anlamına geldiğini göstermektedir.

81 ilin Emniyet Müdürlükleriyle birlikte çalışma başlatarak aile içi şiddet olaylarını izlemeye alan Emniyet  Genel  Müdürlüğü , 1 Şubat 2010 ile 31 Ağustos 2011 tarihleri arasındaki 19 aylık dönemde Türkiye'de 78 bin 488 aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet olayının yaşandığını ve kayıtlara geçtiğini tespit etmiştir.

Bu sayısal veriyi, günde yaklaşık 138 olay, saatte yaklaşık altı olayın yaşanması şeklinde de okumak  mümkündür.

Bu tespitle birlikte Türkiye'de her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının polis birimlerince resmi kaydının tutulduğu anlaşılmaktadır.

Aslında sayısal verilerin çok çarpıcı olmasının yanı sıra bizim için asıl önem taşıyan boyutun bu çalışmadaki başka bir verinin önemidir. Çünkü bu çalışmada ortaya çıkan önemli konu, formların tutulmasındaki özensizlik hatta forma sadece olayın kategorisinin yazılması ve diğer detaylara yer verilmemesidir.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün  merkez teşkilatında yer alan Ana Komuta ve Kontrol Dairesi ile Asayiş Dairesi bünyesindeki Suç Analiz Merkezi'ndeki kayıtlarda yapılan ayrıştırma işlemi sonrasında 78 bin 488 olaydan sadece 7 bin 78'iyle ilgili Aile İçi Şiddet Olayları Kayıt Formu düzenlenerek Ankara'ya gönderildiği ortaya çıkmıştır.

Aile içi şiddetin önlenmesinde hukuksal düzenlemelerle beraber konuyla ilgili çalışan profesyonellerin  mutlaka eğitim almalarının öneminin bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

31 Ekim 2011 Pazartesi

Kadın Sığınma Evleri, Konukevleri; Türkiye’de Durum


Son günlerde sayıları çok artan aile-içi şiddet olayları için çözüm çalışmalarındaki en önemli rolü kadın sığınma evleri oynamaktadır.

Şiddeti yaşayan kadının o andaki en acil arayışı sığınabileceği güvenli bir yerdir. Bunun sağlanamadığı ortamlarda kadınların güvenliği dahası yaşam tehlikesi baş göstermektedir. Bu yüzden de  bu sığınma evleri çok önemlidir.

Yerel yönetimlerim yapma  zorunluluğu olan sığınma evlerinin sayısı %5’lerde seyretmektedir. Yani yapma zorunluluğu olmasına karşın yerel yönetimlerin bunu yapma konusundaki vurdumduymazlıkları  çok açıkca görülen bir tablodur.

Her ne kadar fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik şiddete maruz kalan kadınlar için dense de ancak  yoğun şiddete maruz kalan kadınların bile pratikte yer bulmakta zorlandıkları bir durumun yaşandığı görülmektedir. Bazı vakıf ve derneklerin de açmış oldukları konukevleri ise model oluşturmanın yanı sıra çok sınırlı kapasiteleriyle işlevsel olabilmektedir.
  
Amerika’daki duruma göz attığımızda sayısal olarak yeterliliğe yakın bir sayının olmaktan öte daha da dikkati çeken boyut buralarda kurbanın rehabilitasyonu, beceri edinme, çocuklarıyla iletişim gibi birçok konuda eğitim görebilmesi için programların var olduğunu göstermektedir.
  
Amerika’da kadın sığınma evi sayısının yaklaşık 1500 tane olduğu bilinmektedir. Bu kurumlarda konuyla ilgili 600 program sayesinde aile-içi şiddete maruz kalan kadın ve ailelere destek sağlanmaktadır. Sığınma evlerinin temel işlevi, herhangi bir saldırı ya da şiddet için risk altındaki ya da risk periyodunda olan kadınlara da destek sağlamaktır.
  
Sığınma evlerinin, kadına yönelik şiddeti azaltıp azaltmadığı, değerlendirme için sorulması gereken sorulardandır. Bu soruya verilecek mantıklı cevap, saldırıda bulunan kişinin, olaydan sonra kadına ulaşamamasının zaten riski azaltacağıdır.

Diğer önlemlerin alınması için zamana ihtiyaç olduğu görülmektedir. O zaman kadın sığınma evlerinin  sayısının arttırılması için çalışmaların yapılması  gerekmektedir. Ama bu çalışmalar sırasında buraya gelenlere sadece konaklama hizmeti değil  aynı zamanda Amerika’dan verdiğimiz  örnekte olduğu gibi   rehabilitasyona ve donanımlarının gelişmesine yönelik  programlara da  mutlaka yer verilmelidir.

Bu direkt olaya maruz kalmış olan kurbanlar için ilk adımdır. Bunun bir adım öncesi ise bu saldırıları azaltmak için de cezaların indirim kapsamı dışında uygulanabilmesi önemlidir. Bu da ancak yargı  mensuplarının eğitimi ile mümkündür.

Adalet Akademisi gibi bilimsel düzeyi ve eğitim performansı yüksek bir yerden de faydalanılabileceği  düşünüldüğünde buna çok hızlı bir başlangıç yapılabileceği görülmektedir. 

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

23 Ekim 2011 Pazar

Kadınlara Şiddet Neden Bu Kadar Arttı?


Son dönemde yer alan aile-içi şiddet olgularındaki inanılmaz vahşetle beraber sayısal artış, bu  konunun daha da yoğun irdelenmesinin gerektiğini gösteriyor. Özellikle erkeklerin kadınlara yönelik  şiddetinin çocuklara yönelik şiddetin çok önüne geçmesi düşündürücü bir boyutu oluşturuyor.

Neden bu dönemde erkeklerin kadınlara şiddetinin arttığını araştırdığımızda, farkındalığın son  dönemde artmış olmasının bir ölçüde etkili olmuş olabileceğini söyleyebiliriz ama bunun son  dönemdeki vahşeti ve özellikle öldürme olaylarının artmasını açıklamadığını görmekteyiz.

Özellikle öldürmenin de ötesinde vahşet uygulanmasının sıradanlaşması da öne çıkan bir başka  boyutu oluşturmakta.

Sokak ortasında bıçaklayarak ve bıçağı da sırtında bırakarak giden kişilerin o kadınlarla bir dönem  yakın yaşamış olmalarına inanabilmek oldukça zor ama hepsinde de kıskançlık ve hükmetme isteğinin   ana nedenler olması da neden sorusuna kısmı de olsa bir cevap veriyor.

Çözüm çalışmaları yaparken doğru teşhislerin de çok önemli olduğunu söylemek gerekiyor.

Geçen günlerde bir toplantıda bir psikoloji profesörünün konu hakkında bilgi sahibi olmadan genel  görüşle, “şiddete sıfır tolerans bunu yapanları da aynı konuma sokar” düşüncesini savunmasında bu  konu hakkında çalışmamış olmasının neden olduğunu söylemek mümkün ama bunu bilimsel bir görüş  olarak verince yanlışlar başlıyor.

Son dönemde bakıyoruz tüm bu davalarda iyi halden indirimlerle düşük cezalar veriliyor. Özellikle bir  erkek tarafından dövülen kadına yardım etmeye çalışan iki kişiye dayak atanla aynı cezanın verilmesi  gibi trajikomik durumların suçu işleyenleri caydırdığını söyleyebilmek mümkün değil.

Siz hem cezayı az vereceksiniz hem de dayak atana karşı hoşgörüyü elden bırakmayacaksınız hem  de aile-içi şiddet olaylarının azalmasını bekleyeceksiniz.

Bunun çok gerçekçi bir yaklaşım olmadığını zaten yaşanan olaylar gösteriyor.  

Ama en kötüsü, mikrofonu önünde bulan herkesin ahkam kesmesi, daha da kötüsü ise söylediğinin doğru olduğuna inanması.

Okumadan, araştırmadan ben nasıl olsa akademisyenim, eski okuduklarımla, genel bilgimle bunu idare ederim diyenlerden dolayı kamuoyu da yanlış bilgileniyor.

Bakalım çözüm arayışlarında daha neler göreceğiz?

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

16 Ekim 2011 Pazar

Yargıya Çocuk Hakları Eğitimi


Son dönemde  şiddet olaylarındaki artış özellikle kadına ve çocuğa yönelik olarak kendini  gösteriyor.

Bunda farkındalığın artışı bir etken midir sorusunun cevabı maalesef hayır çünkü gerçekten olaylarda ciddi bir artış var. Bu artış sadece fiziksel şiddette değil. Aynı şekilde cinsel şiddette de artış dikkat çekici boyutta.

Her zaman çözüm yollarında konuşulan en önemli konulardan birisi çözüm için neler yapılabileceğidir.  Birçok farklı katmanda farklı çözümlerden konuşulabilir ama en önemli olan ve en etkili olan yöntemin  caydırıcılığı olan cezalar olduğunda herkes hemfikirdir.

Ancak, bazen öyle şeyler oluyor ki o zaman bu suçların azalacağına olan inancınızı da kaybediyorsunuz. Bunun en iyi örneklerinden birisi ilk kamuoyuna yansıdığında herkesin kanını  donduran, Mardin’de N.Ç.’nin yaşadığı olay.

Mardin’de daha 13 yaşında olmasına karşın sokakta başıboş gezdiği bilinen N.Ç.’nin, içinde  memurların da olduğu 28 kişinin tecavüzüne uğradığı saptandı.

Suçu işleyenlerin, “sokaklarda başıboş geziyordu, çağırınca geliyordu” diyerek kendini savundukları olayda, mağdurun 13 yaşında olması, ailesinin çocuğa sahip çıkmaması gibi faktörlerin nasıl oluyor da sanık lehine kullanılabildiğini, çocuk hakları savunucusu olarak algılayabilmek bile mümkün değil.

Caydırıcılık kavramının altını çizmenin ötesinde çocuğun yüksek yararı temel prensibinin akla bile gelmediğini söylemek belki de en doğru tespit olacaktır.

O zaman neden Çocuk Hakları Sözleşmesini imzaladık ve ondan bahsediyoruz. Neden ÇİMler kuruyor  ve çocuktan yanayız diyoruz.

Hepsi boş olmuyor mu?

O zaman yargıyı da listenin başına yazarak konuyla ilgili çalışan tüm meslek gruplarına çocuk haklarını ama maddelerini değil felsefesini anlatmak gerekiyor.

Belki de buradan başlamak en doğrusu.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

9 Ekim 2011 Pazar

Dünya Çocuk Gününü Hatırlamayan Türkiye


Her Ekim’in ilk Pazartesi tüm Dünya’da kutlanan Dünya Çocuk Günü’nün bu sene bizde hiç hatırlanmamasının nedeni acaba nedir diye hiç kendinize sordunuz mu?

Çocuklar önemsenmiyor mu yoksa, çocuklar ayrı bir birey olarak kabul edilmiyor mu yoksa, çocuk gününün hatırlanmasına gerek duyulacak bir problemi ya da gündemi yok mu gibi birçok nedeni  sayabiliriz ama sonuçta Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzalayalı 23 yıl geçmesine karşın ne olduğunu bilmeyenlerin büyük çoğunluğu oluşturduğu bir toplumda yaşadığımızı da unutmayalım.

Şiddet ve  eğitimsizlik, çocuklarla ilgili iki temel sorunumuz olarak gözüküyor.
 
Detaylı bakacak olursak, adalet sistemindeki Çocuk Adalet Sistemi içinde yapılan bazı revizyonlar ve kanun değişikliklerine rağmen pratikte hala çocuklar erişkinlerle aynı yerde cezalarını çekiyorlar. Başka deyişle, onları kazanmıyoruz tam tersi tam bir kayıp olgu oluyorlar.

17 Eylül 2010 itibariyle altı bin 233 çocuğun gözaltında bulunduğuna; bu çocukların bir kısmının hala yetişkinlere ait hapishanelerde ve gözaltı merkezlerinde tutulduğuna da dikkat çekilmiş.

Adalet Bakanlığı’nın hala bu konuya eğilmemesi de büyük bir problem. Çocuk Mahkemeleri düne göre çok daya yaygın ve etken ama hala işler iyi gidiyor denecek boyuta gelemedik.
  
Çocuk haklarının temel prensibi olan “her çocuk yaşının gerektirdiği hayatı yaşar” prensibini hapishane ve gözaltılar dışında çiğneyen çok önemli bir başka konu da çocukların çalıştırılması.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre Türkiye'de yaklaşık 17 milyon çocuğun bir milyonu çalışıyor.  İş Kanunu'nda çalışmaya başlama yaşı 15 olarak gösterilmesine rağmen, hafif işler için bu, yasalarla 13 yaşına kadar inebiliyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) de çocuk işçi tanımındaki yaş sınırı 15, Türkiye'de ise çalışan bir milyon çocuğun yüzde 21'i 12 yaşında, yüzde 28'i 11 yaşında, yüzde 19'u 10 yaşında, yüzde 9.4'ü ise 9 veya daha küçük yaşlarda iş hayatına başlayan çocuklardan oluşuyor. Türkiye'de 42 bin çocuk sokakta yaşıyor. 15 yaşından küçük çalışanlar, 18 yaşından küçüklerin yüzde 70.9'unu oluşturuyor. Üstelik bu çocukların yüzde 62.4'ü yine haftanın altı günü, günde 12 saatin üzerinde çalışıyor.

Rakamlar çok açık bir şekilde problemin büyüklüğünü gösterdiğinden buna eklenecek daha çok birşey  yok.

Eğitimde eşitsizliğin özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki kız çocuklarını etkilediğini  görmekteyiz.

Halen tüm kampanyalara rağmen yaklaşık 200 bin çocuğun okullaşamaması, okullaşanlarınsa devamsızlıktan dolayı okula gelmediğini göz önüne alırsak, eğitimdeki kırmız alarmı görmüş oluruz.

Şiddet ise toplumsal düzeyde ve özellikle aile içinde ve kadına yönelik olarak büyük tırmanış göstermekte. Gelecekte de bu konunun uyuşturucuyla birlikte çok başımızı ağrıtacağını söylemek için kahin olmanın gerekmediğini söyleyerek bu haftaki yazıyı sonlandırıyorum.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

2 Ekim 2011 Pazar

Yüksek Öğretimde Ne Durumdayız?


Eğitimin bir milletin kalkınmasindaki temel unsur olduğunu bilen ve tüm plan ve enerjilerini bu konuda  harcayan ülkelerin geldiği nokta, Kore, Japonya gibi ülkelere bakınca açıkca görülmektedir.

Burada eğitim ve öğretim diyerek iki farklı kategori olduğunu belirtelim. Öncelikle öğrenimle bir işi  yapabilen eleman yetiştirmek istediğimizi sonra da bu insanların vasıflı, kalifiye ve kaliteli insan olmaları için çabalamamız gerektiğini belirtelim.

Dünya artık ekonomik göstergeler üzerinden döndüğünden öncelikle refahı sağlamak temel hedef  haline gelmiş durumda.

Peki, bizde durum ne? Yükseköğrenimdeki duruma rakamlarla bakacak olursak, şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz: Üniversiteler yaklaşık tüm illerde bulunmaktadır. 104’ü devlet, 62’si vakıf olmak üzere toplam üniversite sayısı 166’dır. 

Yükseköğretimde net okullaşma oranına bakıldığında, 2001/02 yılında %12,9 olan toplam oranın 2009/10 öğretim yılında %30,42’ye yükseldiği görülmektedir. Kadınlar açısından bu oran 2001/02 yılında %12,1 iken 2009/10 öğretim yılında %29,6’ya yükselmiştir. Yükseköğretim kademesinde cinsiyet oranı %83,38’dir. 2009/10 yılı itibariyle üniversitede eğitimini sürdüren 3.529.334 öğrencinin 1.566.701’ini, %44’ünü kız öğrenciler oluşturmaktadır. Lisansüstü düzeyde yüksek lisans ve doktora programlarına devam eden öğrencilerin ise %46,8’ini kadınlar oluşturmaktadır.

Diş Hekimliği, Eczacılık, Edebiyat, Dil, Tarih ve Coğrafya, Fen, Eğitim, Güzel Sanatlar, İlahiyat ve Mimarlık Fakültelerinde kadın oranı erkeklerden fazla iken, Tıp, Mühendislik, Ziraat, Veterinerlik, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinde erkek öğrencilerin çoğunlukta olduğu kaydedilmektedir.

Akademik personelde ise kadının durumuna bakıldığında Profesör, Doçent, Yardımcı Doçent, Öğretim Görevlisi, Araştırma Görevlisi ve Okutman kadroları içinde kadın oranının birçok ülkeden daha yüksek olduğu (yaklaşık %38,7) görülmektedir. Bu, çok önemli bir oran olmakla birlikte rektör (%5,2) ve dekanlık (%15,3) gibi üst pozisyonlarda erkek egemenliği devam etmektedir.

Yukarıdaki tablonun rakamsal olarak çok kötü olmadığını hatta iç açıcı bir boyutu olduğunu söylemek mümkün. Ancak, orta ve uzun vadeli stratejik planlamada ülkemizin ne tip elemana gereksinim duyduğu hatta Dünya ölçeğinde geçerlilik açısından nereye yatırım yapmamız gerektiğini tartışmıyor olmamız büyük bir eksiklik.

Şu andaki yapılanmada bir sürü işsiz yüksek öğrenim bitirmiş elemana sahip bir ülke olduğumuz  tablosunu acaba nasıl değiştirmeliyiz?

Teknik eleman yetiştirmek ya da tam tersi.

Yüksek lisans ve doktora programlarına ağırlık vererek konuya özel elemanlar yetiştirmek.

Bu iki uca doğru yatırım yapamazsak, sadece aynı tornadan çıkmış temel bilgilere sahip vasıflı olamamış yüksek öğrenim görmüş mühendisler, mimarlar, iktisatçılar yetişecek daha doğrusu  yetişiyor ve işsizler ordusuna katılıyor.

Buna karşılık teknisyenler yok, marangozlar yok, işin ustası elemanlar yok. Piramidin altından üstüne  gittiğimizde ise konuya spesifik elemanlar hiç yok.

Demek ki yüksek öğrenimi sadece üniversite açmak olarak değil, aynı zamanda eğitimin şeklini  saptayarak planlamak önemli.

Türkiye dışarıdan umut veren bir ülke olarak tanımlanıyor. Bunun başlıca sebebi de genç nüfusun büyük oranda oluşu. Bunu akılcı kullanmak gerekiyor.

Yoksa, avantaj orta vadede dezavantaja dönebilir.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org 

25 Eylül 2011 Pazar

Kız Çocukların Eğitimi Ve Çocuk Hakları Sözleşmesi

Eğitim bir ülkenin kalkınmasında ve refah düzeyine çıkmasındaki temel faktör. Eğitim dediğimiz  kavram; okur-yazarlıkla başlıyor, okul öncesi eğitim, ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretimle sürüyor. Toplum eğitimini de eklemek gerekiyor.

Görüldüğü üzere yaşamın her katmanında eğitim var.

Eğitimin şu son yıllardaki umutsuz tablosunun değişebileceğini düşündüren hamlelerin gündeme  gelmesi, eğitimle ilgili iyi şeyler olabileceğini gösteriyor.

Çocukların eğitimi, gelecek dönemin kuşaklarının iyi yetişmesini sağlayacağı için çok önemli. Ama  birey olduklarının bilincini verebilmek de onları bilgiyle donatabilmenin yanı sıra birey olma yani haklarından haberdar olmalarıyla mümkün .

Çocuk Hakları Sözleşmesini imzalamış olan bir ülke olmamıza karşın aradan geçen 23 yılda halen  içselleştirememiş olmamız, Sözleşmenin kağıt üstünde kalmasına neden olmakta.

Hem çocuklara hem de öğretmenlere Çocuk Hakları Sözleşmesini öğretmek ilk adımlardan birisi olmak zorunda.

Bu Sözleşmenin sadece maddelerden oluşmadığını, birey olabilme, hakları olan bir birey olduğunun  bilincinin oluşturulabilmesi temek kuraldır.

“Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” 1994 yılında 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kurallarına dönüştürülmüştür.

“Çocuk Hakları Sözleşmesi”nde Taraf Devletlerin çocukların eğitim hakkını kabul edecekleri ve bu hakkın “fırsat eşitliği” temeli üzerinde gerçekleştirilmesi için Sözleşmede yer alan önlemleri alacağı belirtilmiştir.

Bu boyutun özellikle okul öncesi dönemi de içerecek şekilde çocukların eğitim kapsamına alınması    ve özellikle kız çocuklarının eğitime kazandırılması temel boyuttur.

Toplumun yarısını yok sayarak kalkınmanın mümkün olmadığını görebilmek gerekir. Kız çocukların eğitime kazandırılması da bunun ilk adımıdır.

2001/2002 öğretim yılında orta öğretim kademesinde net okullaşma oranı toplamda %48,1 iken, erkek ve kız çocukları için bu oran sırasıyla %53 ve 42,9 olarak kaydedilmiş, 2010-2011 öğretim yılına gelindiğinde ise, net okullaşma oranı %69,3 olmuş, erkek ve kız çocukları için net okullulaşma oranı sırasıyla %72,3 ve 66,1 olarak gerçekleşmiştir.

İlköğretimde %100 olan “Cinsiyet Oranı”nın orta öğretim kademesinde %88,1’e gerilediği görülmektedir.

Orta öğretime devam eden 4.748.610 öğrencinin % 45,5’ini kız çocukları oluşturmaktadır.

İşgücü piyasasına ara eleman yetiştiren mesleki ve teknik liselere devam eden 1.837.924 öğrencinin %42,3’ünü kızlar oluşturmaktadır. Bu kızların çoğunluğu Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğüne bağlı okul/kurumlara devam etmektedir.

Ticaret ve Turizm Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı okul/kurumlarda ise, erkeklerin %55,5, kızların ise %44,5 katılım gösterdiği görülmektedir.

Bu katılımın güçlendirilmesi gerekmektedir.

Çocuk Hakları Sözleşmesinin bu perspektifte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun  için ilk adım da öğretmenlere Sözleşmeyi öğretmek ve içselleştirmekten geçmektedir.


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org