Sayfalar


ULUSAL İLETİŞİM AĞI

28 Kasım 2011 Pazartesi

Aile İçi Şiddette Kadın ve Çocuğun Yeri


Şiddetin son yüzyıla damgasını vurduğunu biliyoruz. Özellikle de aile içindeki şiddetin farkındalığının  artmasının yanı sıra yaşanan olayların da çok daha fazla olması problemi artık görmezden gelinemez duruma getirmiştir. O yüzden de ilk defa kamuoyunda yöneticilerin de başını çektiği bir kampanya  boyutuna dönüşmüştür. Yeni kanun tasarısından başlayarak Avrupa Sözleşmesi’nin Meclis’ten  geçirilmesinin yanı sıra Başbakan’ın ilk imzacı olduğu deklarasyonların yayınlanması da kamuoyunun  dikkatini bir nebze de olsa bu olaya çekmiştir.

Özellikle son dönemde öldürmeyle sonuçlanan kadına yönelik şiddet olguları dikkat çekici boyuttadır.  Silah kullanımının artışı, silaha ulaşabilirliğin kolaylaşması bunu tetikleyen en önemli faktörlerden birisidir. Bunun yanı sıra kanunların caydırıcılığının yeterli düzeyde olmaması da önemli bir faktördür.

Bunlara ek olarak şiddete maruz kalan kadının alabileceği hizmetin çok sınırlı olması da çok önemli  bir boyuttur. Çünkü şiddete maruz kalan ve ortamdan uzaklaşmak isteyen kadının gidebileceği yer  yok denecek düzeydedir.

Sığınma evlerinin sayıları çok yetersizdir. Bunların hemen açılması gerekirken Bakanlık’ın bu  konudaki çalışmalarının sınırlı olması dikkat çekicidir. Önceliğin bu konuya verilmemesi de düşündürücüdür.  
  
Ayrıca, bu konuda çalışan profesyonellerin özellikle polis ve jandarmanın ve yargı mensuplarının bu  konuda bilgilenmeleri ve bilinçlenmeleri çok önemlidir. Pratikte yaşanan, kadın şiddet görüyorsa,  öncelik onun tedavisi ve kadın lehine yapılacak müdahalelerden olaya kurumun yani ailenin  korunması zihniyetiyle yaklaşımların çok fazla olmasıdır. Bu yaklaşım, pratikte olayların  sonuçlanmasını  engellemektedir.

Çocuklar da kadınlar kadar şiddet riskini hatta daha da fazla yaşayan grubu oluşturduklarını da unutmamak gerekmektedir.

Yapılan çalışmalarda şiddet gören kadınların çocuklarına şiddet uygulamaları sıklıkla görülen bir  davranıştır.  

Tüm bu tablo göstermektedir ki yapılması gerekenler, önlem alınması, olaya müdahalede yeterlilikle  başlar, hem bu konuda çalışanların hem de toplumun haberdar edilmesine kadar uzanır.

Yapılanlara baktığımızda ise kanunlarla ilgili hem uluslar arası sözleşmeler boyutunda hem de kanun  boyutunda önemli adımlar atılmaktadır.

Toplum farkındalığı özellikle yönetenler düzeyindeki katılımlarla arttırılmaya çalışılmaktadır. İmzaya açılan deklarasyonun, Başbakan ve  Meclis Başkanıyla başlayarak imzalanması da önemlidir.

Yapılmayanlara baktığımızda ise önlemede çok kilit pozisyon olan sığınma evleri için hiç adım  atılmıyor olması dikkat çekmektedir. Yerel yönetimlerin ve Bakanlık’ın acil bunları açması gerekirken açılanlar değil kapananlar haber olmaktadır.

Yargı mensupları ve kolluk gücüne yönelik eğitimin de bu olaylardaki verimi arttırması açısından  büyük önemi vardır.

Bu sırada çocuklara yönelik şiddetin hiç gündeme gelmiyor olması da düşündürücüdür.

Bu tabloya müdahale etmek için aktif bir bakan ve duyarlı bir kamuoyu bulunmaktadır. Yani ortam vardır ama stratejinin doğru yapılmasına gerek bulunmaktadır.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org


19 Kasım 2011 Cumartesi

Çocuk Hakları Ve Çocuğa Saygı


20 Kasım günü herkes çocuk haklarını bir kez daha hatırlıyor. Aslında bu cümle biraz iyimser bir cümle oldu. Çünkü herkes hatırlamıyor, sadece konula ilgili olanlar çocuk haklarını hatırlatabilmek için  etkinlikler düzenliyorlar. Medyanın da diğer günlere göre birazcık daha fazla yer vermesiyle konu biraz daha gündeme geliyor.   

Çocuk hakları günümüzde haklarını herkesin aradığı bir ortamda göreceli olarak varlığını herkesin kabul ettiği ve bu açıdan sanki olumlu bir çerçevenin varlığından konuşulabilecek bir konu.

Ama pratiğine baktığımızda bunun gerçekleşmediğini görmekteyiz. Bunun gerçekleşmemesinde de  çok temel bir neden var; çocuğa saygı duymamak.

Saygı nasıl başlar? Onu kabul ederek, başka bir deyişle klişeleşmiş de olsa önemli bir cümle olduğu  için tekrarlayalım, yani çocuğun birey olduğunu kabul ederek başlar. 

Biz çocuğu birey olarak kabul ediyor muyuz? Evet, kağıt üstünde ediyoruz ki çocuk hakları sözleşmesine imza koyup kabul ettiğimizi beyan etmişiz.

Yaşama ne kadarı yansıtılıyor bu tartışılır ama ana soru yine aynı. Çocuğa saygı duymamak.

Saygımız olsa ne diyor diye dinleyeceğiz, neden yapıyor diye düşüneceğiz, neler yapıyor diye seyredeceğiz. Halbuki biz ne yapıyoruz, baştan her konuda sınırları belirlenmiş bir alanı çiziyor ve  sadece bu alanda var olabilirsin ve sadece şu ve bu hareketleri yapabilirsin diyoruz.

Sabrımız çocuk önden yürüsün hata yaparsa ben arkadan gelip onu düzeltirim demeye bile yetmiyor. Hep ben önden giderim, sen de beni arkamdan izlersin mantığıyla yaşıyor ve çocuklarımızı büyütüyoruz.

Bu yüzden de çocuk haklarının en temel prensibi olan katkılım hep gündemin dışında kalıyor, önemsenmiyor hatta bilinmiyor.

Ama katılım olmadan demokrasi olmuyor. Çok seslilik olmuyor. Sadece dayatılan kurallarla yaşam sürüyor. 

Biz de şaşırıyoruz neden çocuklar yaşadıkları sorunlarda hep kavga ediyorlar ya da tam tersi haklarını aramak için neden hiçbiri konuşmuyor ya da neden hiç iletişimleri yok, sadece bilgisayarlarına gömülmüşler ve tek hecelerden kurulu sözcüklerin dünyasında yaşıyorlar diye?


Kaynak gösterimi:  www.0-18.org

17 Kasım 2011 Perşembe

Aile İçi Şiddet Olgularının Kaydını Tutmak



Ülkemizde özellikle sosyal problemlerle ilgili çalışmaların planlanması için en önemli kriter olan  sayısal verilerin yakın zamana kadar hiç olmadığını bilmekteyiz. İlk çocuk istismarı çalışmalarına başladığımız 1988  yılında, kayıtlı vakaların sıfır gibi çarpıcı olması çok önemli bir durumdu.

Neden önemliydi? Çünkü bu olayla ilgili çalışan profesyonellerin yetersiz bilgisi ve/veya ilgisi olduğunu  göstermekteydi. Demek ki ilk yapılması gereken, bu konuda çalışan profesyonellerin bilgilendirilmesi  ve sonrasında da duyarlılığa ulaşmasını sağlamaktır.

Son yıllarda sıfır vaka kaydından artık sayısal verilere ulaşabilme noktasına gelindiği görülmektedir. Bu konuda ilk başvuru noktası olan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün resmi kayıtları, Şubat 2010-Ağustos 2011 arasındaki 19 ayda, 78 bin 488 aile içi şiddet vakası yaşandığını göstermektedir.

Bunu farklı şekillerde okumak  mümkün. Örneğin, sayılar bize, kayıtlara geçen haliyle, 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının yaşandığı anlamına geldiğini göstermektedir.

81 ilin Emniyet Müdürlükleriyle birlikte çalışma başlatarak aile içi şiddet olaylarını izlemeye alan Emniyet  Genel  Müdürlüğü , 1 Şubat 2010 ile 31 Ağustos 2011 tarihleri arasındaki 19 aylık dönemde Türkiye'de 78 bin 488 aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddet olayının yaşandığını ve kayıtlara geçtiğini tespit etmiştir.

Bu sayısal veriyi, günde yaklaşık 138 olay, saatte yaklaşık altı olayın yaşanması şeklinde de okumak  mümkündür.

Bu tespitle birlikte Türkiye'de her 10 dakikada bir aile içi şiddet olayının polis birimlerince resmi kaydının tutulduğu anlaşılmaktadır.

Aslında sayısal verilerin çok çarpıcı olmasının yanı sıra bizim için asıl önem taşıyan boyutun bu çalışmadaki başka bir verinin önemidir. Çünkü bu çalışmada ortaya çıkan önemli konu, formların tutulmasındaki özensizlik hatta forma sadece olayın kategorisinin yazılması ve diğer detaylara yer verilmemesidir.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün  merkez teşkilatında yer alan Ana Komuta ve Kontrol Dairesi ile Asayiş Dairesi bünyesindeki Suç Analiz Merkezi'ndeki kayıtlarda yapılan ayrıştırma işlemi sonrasında 78 bin 488 olaydan sadece 7 bin 78'iyle ilgili Aile İçi Şiddet Olayları Kayıt Formu düzenlenerek Ankara'ya gönderildiği ortaya çıkmıştır.

Aile içi şiddetin önlenmesinde hukuksal düzenlemelerle beraber konuyla ilgili çalışan profesyonellerin  mutlaka eğitim almalarının öneminin bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Kaynak gösterimi:  www.0-18.org