Toplumların gelişmişliğinin ilk planda tek faktörünün mali durum analizi olduğu sanılır. Aslında her şeyin parayla ölçüldüğü bizim gibi toplumlarda diğer gelişmişlik kriterleri göz önüne alınmaz bile. Ama uluslararası ölçekler oluşturulurken kriterler içinde mali durum sadece tek bir ölçek olurken gelişmişlikte bir çok başka faktör konuşuluyor.
Refah dediğimiz bolluk içinde rahat bir yaşam olarak tanımlayabileceğimiz refah endeksinin en önemsenen sıralamalarından birini yayınlayan Legatum endeksinde en son sıralarda yer aldığımızı müjdeleyerek yazıya gireyim.
Geçen haftaki Newsweek Türkiye’de, M. A. Kılışbay’ın kaleme aldığı yazıda detaylı olarak açıkladığı Legatum endeksi 9 alt kriterin değerlendirilmesiyle ülkeleri sıralamaya koyuyor.
Önce ilk beş ülkeyi sıralayayım; Norveç, Danimarka, Finlandiya, Avustralya ve Yeni Zelanda. Yüzon ülkenin ilk beşi bu. Son beşe baktığımızda ise Afrika ülkelerini görüyoruz; Nijerya, Etiopya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Zimbabve arasına sadece Pakistan’ın sıkıştığını görüyoruz.
Türkiye’ye gelince genel refah endeksinde 80. sırada olduğunu görüyoruz. Artık Başbakan’ın Dünya’nın en önemli ülkelerinden biriyiz, kişi başına düşen gelirimiz 14 000 Dolara çıktı demeçlerini nasıl değerlendirirsiniz bilmem ama Dünya’nın en saygın ve üniversitelerde referans olarak kabul edilen endeksinde genel sıralamada sadece 30 ülkeyi geçmiş olduğumuzu ben tekrarlayayım.
Bu endeks oluşturulurken insan hakları ihlallerinin ve kadın-erkek eşitliğindeki gerilik kavramlarının önemli yer aldığını belirtelim. Ayrıca, eğitim ve sağlık harcamalarının bütçelerindeki oranın yüksekliği petrol zengini ülkeleri üst sıralara çıkarıyor. Ama bizim bütçemizde eğitim ve sağlığa ayırdığımız oranın düşüklüğü bizi; Fas, Ürdün, Cezayir gibi ülkelerin arkasında olmamıza neden oluyor.
Endeksteki alt başlıklara baktığımızda Başbakan’ın çok övündüğü ekonomide 69., girişimcilikte ve fırsatta 53., yönetişimde 61., eğitimde 82., güvenlikte 83., kişisel özgürlükte 95. ve toplumsal sermayede ise sondan üçüncü yani 108.ci sıradayız.
Bu yazıda asıl dikkat çektğimiz konuya gelelim. Sondan üçüncü olduğumuz toplumsal sermaye konusuna gelelim. İlk duyduğunuzda anlaşılmasında güçlük çektiğimiz toplumsal sermaye temel olarak şu üç kavramı kapsıyor:
- gönüllülük,
- bizim dışımızdaki insanlara yardım,
- sivil toplum kuruluşlarına destek ve yardım.
Bu konuda sondan üçüncü olduğumuzu hatırlattıktan sonra çocukla ilgili sivil toplum kuruluşlarına ne kadar destek veriliyor, katılım ne düzeyde ve çocukla ilgili konulara olan gönüllülük kavramlarına ilginin ne düzeyde olduğunu düşünün. Tabii burada bu durumun sadece çocuk konusunda değil diğer konularda da geçerli olduğunu unutmayalım. Yani konu fark etmiyor, tüm konularda tablo aynı.
Sadece Pakistan ve Bangladesh’in üstündeyiz. İran, savaştan yeni çıkmış olan Ruanda bile bizim üstümüzde.
Özetleyecek olursak, yurttaşlık bilincimiz yok. Yaşadığımız toplum için birşey yapma ihtiyacı hissetmiyor ve sadece kendimizi düşünüyoruz.
Bana ne ben kendime bakarım diyebilirsiniz ki şu anda yaşadığımız ortamda bunu görüyoruz ya da düşünmeye başlarız, bunu düzeltmek için ne yapabiliriz diye.
Pardon bir de şunu yapabilirsiniz; Yabancılar bizi kıskanıyor, bizi sevmiyor deyip kafanızı devekuşu gibi toprağa gömebilirsiniz.
Seçim size kalmış...
Kaynak gösterimi: Polat, O., www.0-18.org, Başyazı